Prof. Dr. Naci Görür İstanbul depremiyle ilgili korkutan tahminlerini paylaştı..
Yer bilimci ve Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, Haber Global’de yayınlanan ve Okan Bayülgen’in sunduğu ‘Muhabbet Kralı’ programına konuk oldu. Programda, beklenen İstanbul depremine ilişkin konuşan Görür, depremle ilgili korkutan senaryoyu açıkladı. Beklenen depremin sahil kesiminde daha çok hissedileceğinin altını çizen Görür, İstanbul’da hasar görebilecek bina sayısına ve kaç insanın yaşamını yitirebileceğine yönelik tahminlerde bulundu.
İstanbul’da 7.2’lik bir depremle 48 bin binanın yıkılabileceğini ve 320 bin kişinin ölüm riskiyle karşı karşıya kalabileceğini söyleyen Görür, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) çalışmalarındaki verilere ilişkin de eleştirilerde bulundu. İBB’nin yaptığı çalışmaya göre 320 bin kişinin ölümle burun buruna olduğunu söyleyen Görür, bazı uzmanların beyanlarında 10 bin insanın öleceğinin söylenmesini, “Halkı aldatmak” olarak yorumladı. Görür, “Bazı insanlar çıkıyor herhalde öyle söylettiriliyor ‘İstanbul’da deprem olunca 10 bin kişi ölür’ Halkı rahatlatmak nasıl rahatlatmaksa… Bu halkı aldatmaktır” dedi.
Görür’ün açıklamaları şöyle: “Diyelim ki beklediğimiz deprem olduğu zaman Marmaray’ın kıyısında yakın bir yerde oturuyorsanız siz depremin şiddetini daha fazla hissedersiniz. Bizim yaptığımız çalışmalarda minimum 9 şiddetinde hisseder sahil kesimleri. Ama sahilden Karadeniz’e doğru gidildikçe, zemine de biraz bağlı, 6-7’ye kadar düşer. Siz diyelim ki, Istarancalar’ın oralardaysanız 5 şiddetinde hissedersiniz. Dolayısıyla şiddetle büyüklük ayrı. O senaryoya gelince bizim Japonya’da o son örnek ve bizim de beklediğimiz o, biz o büyüklükte 7.2 minimum deprem İstanbul’da olsa yüz binlerce insanın can güvenliği problemli olacak.
İBB’nin yaptığı bir çalışmada İstanbul’da 1 milyon 100 bin bina var. 1 milyon 100 bin denilen binanın 48 bin bina çok ağır hasarlı olacak. Sizinle ikimiz şöyle düşünelim. 48 bin bina çok ağır hasar demek yani göçecek yıkılacak can kaydı da orada beklenecek. Biz kafadan 28’ini daha atalım. Diyelim sadece 20 binde ölümlü olur. 20 bin bina demek. Her bir binayı 4 kat düşünsen 80 bin kat yapar. Her bir binaya iki tane daire koysan 160 bin daire yapar. Her daireye 4 kişi yapar, 320 bin kişi doğrudan doğruya ölümle burun buruna demektir. Bazıları çıkıyor, onlar yani herhalde öyle söylettiriliyor; İstanbul depremi olunca 10 bin kişi ölür falan. Halkı rahatlatmak güya, nasıl rahatlatmaysa. Bu halkı aldatmak gibi bir şey. Doğru değil. Bu önlemleri küçümsemek bir sefer.
Asıl dediğiniz topu halka atmaktan çıkıp, direk düşündüğümü söylüyorum. İnsanlara evinizi güçlendirin veya depreme dirençli hale getirin dediğimiz zaman biliyoruz ki insanlarımızın büyük kısmı bunu yapabilecek kapasitede ekonomik durumu müsait değil. Bunlara bunu yapın demek affedersiniz biraz alay etmek gibi oluyor. Bu insanlara evinizi depreme dirençli hale getirin demenin bir faydası yok. Büyük çoğunluğu yapamaz. Bu ölüm sayısını dikkate değer şekilde azaltmaz. Görev önce Türk hükümete düşüyor. Bugüne kadar Türk hükümetleri hep şöyle bir stratejiyi tercih ettiler. Dediler ki deprem Allah’tan gelen bir şey. Deprem olsun ondan sonra hükümetler olarak sahaya ineriz halkı aç susuz bırakmayız. Hem bu vesile ile de siyasi rant da elde ederiz. Yani Allah razı olsun hükümetler geldi bizi aç susuz bırakmadı. Yakınlarda da aynı şeyi gördük bir yerde deprem varsa bütün bakanlar orada konuşuyorlar ediyorlar. Çok da faydalı işler yaptılar biz de Allah razı olsun diyelim. Bu güzel ama bütün bunlar takdir etmemize rağmen olması gereken ama çağdışı bir anlayışla yapılan şeylerdir. Çünkü günümüzde çağımızda bilimin ve teknolojinin ileri olduğu toplumlarda insan hayatı her şeyden önce geldiği için deprem olmadan önce gerekeni yapacaksın. Türk hükümetlerinin çoğu bu stratejiyi yok saydı.”
İSTANBUL KENTLEŞME TEHDİDİ ALTINDA
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi (SCÜ) Mühendislik Fakültesi Harita Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Ercüment Ayazlı öncülüğündeki ekip, İstanbul’un ‘2040 Yılı İçin Kentsel Yayılma Riski Haritası’nı çıkarttı. Doç. Dr. Ayazlı, “Çalışmamızdan elde ettiğimiz sonuçlara göre, İstanbul’da tarım arazilerinin yüzde 37’si, ormanlarınsa yüzde 21’i kentleşme tehdidi altında” dedi.
Kentsel yayılma, çevreye etkileri ve simülasyon modellerini üretilmesi konusunda çalışmalar yapan SCÜ Mühendislik Fakültesi Harita Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Ercüment Ayazlı öncülüğünde Bursa Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ömer Bilen ile Çorum Hitit Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yüksek Mühendis Ahmet Emin Yakup, 2000, 2006, 2012 ve 2018 verileri kullanılarak İstanbul için 2040 yılı kentsel yayılma simülasyon modeli oluşturdu. Hazırlanan harita ile İstanbul’un 2040’a kadar kentsel yayılma riskinin sonuçları ortaya konuldu.
‘2050’DE KENTLİ NÜFUS YÜZDE 70’E YAKLAŞACAK’
İstanbul’u bir laboratuvar olarak gördüklerini belirten Doç. Dr. İsmail Ercüment Ayazlı, “Şu anda hepimizin konuştuğu konu; tarım ve orman. Çünkü pandemi bize bunu gösterdi. İnsanoğlunun ihtiyacı en önemli iki şey; temiz hava ve bağışıklık sistemini güçlendirecek organik beslenmedir. Bunları da tarım arazilerimiz ve ormanlarımızla sağlıyoruz. Bunların üzerindeki en önemli baskı; kentleşme baskısı. Dünya nüfusunun her yıl artmasına rağmen kırsal alan nüfusu sürekli azalmakta ve 2050 yılına gelindiğinde kentli nüfusun yüzde 70’e yaklaşması beklenmektedir. Bu da şu demek; 2050 yılına gelindiğinde kırsal alanda yaşayan her bir kişi, 3 kat daha fazla emek sarf etmeli ki; hem kendi hem de kentte yaşayan insanların karnını doyurabilsin” dedi.
İKİ SORUN; ARAZİ KULLANIMI VE ÖRTÜ DEĞİŞİMLERİ
Özellikle çevresel sorunlara dikkati çekmek istediklerini ifade eden Doç. Dr. Ayazlı, “Çevresel sorunların başında; arazi kullanımı ve örtüsünde meydana gelen değişimler yer alıyor. Arazi kullanımı ve örtü değişimleri nedeniyle meydana gelen ormansızlaşma, tarım arazilerinin ve sulak alanların yok olması sonucunda özellikle iklim değişikliği, küresel sınma, kuraklık ve sel baskınları, salgın hastalıklar, hava ve su kirliliği, beslenme ve gıda güvenliği gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda özellikle yerel yönetimler açısından artan enerji maliyetleri ve yerel yönetimler tarafından sunulan kamu hizmetlerinin aksamasının yanında yoksulluğun artması, yoksullukla mücadele, demografi ve yaşam kalitesinin değişmesine neden olmaktadır” diye konuştu.
‘GEREKLİ ÖNLEMLER ALINIRSA HASARLAR MİNİMUMA İNEBİLİR’
2040 yılını neden seçtiklerini de açıklayan Doç. Dr. Ayazlı, “İstanbul’da çevre düzenlemesi planı, en son 2010 yılında yapıldı. Bu planlar 30 yıllıktır. O nedenle kestirim tarihini 2040 yılı olarak belirlediğimiz çalışmamızdan elde ettiğimiz sonuçlara göre, İstanbul’da tarım arazilerinin yüzde 37’si, ormanlarınsa yüzde 21’i kentleşme tehdidi altında. Buna ek olarak beklenen İstanbul depremini de göz önünde bulundurarak elimizdeki çevre düzenlemesi planının içinde yer alan jeolojik riskli alanlar verileri var. Bir de bununla ürettiğimiz modeli çakıştırdık. Burada da jeolojik riskli alanlardaki olası kentleşme baskısı yüzde 60 olarak hesaplanmıştır. Bu rakamlar artabilir, azalabilir. Gerekli önlemler alındığı takdirde buradaki hasarlar minimuma inebilir” ifadelerini kullandı.
‘KENT İÇİN PROJE HAZIRLAYANLAR, BU VERİLERE DE BAKSIN’
2020 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Deprem Mühendisliği Anabilim Dalı’nın ortaklaşa bir rapor hazırladığını hatırlatan Doç. Dr. Ayazlı, şunları söyledi: “Bu raporda 7,5 büyüklüğündeki bir deprem senaryosuna göre, İstanbul’daki binaların ortalama yüzde 17’sinin orta ve üstü seviyede hasar göreceği, 12 bin 400-14 bin 150 arasında insanın yaşamını yitireceği tahmin ediliyor. Bu da çok ciddi bir rakamdır. 15 milyar dolar civarında bir mali kaybın meydana geleceği hesaplanmıştır. Kur artışıyla şu an bu oran 2 katına çıkmış vaziyette. İstanbul’da kentsel yayılmayı kontrol altında tutmak için gerekli önlemler alınmadığı takdirde oluşabilecek zararlar, bu rakamların üzerinde olacaktır. Amacımız; kentle ilgili karar vericiler proje geliştirdiğinde, hazırladığımız bu haritayı göz önüne alması.”