Parti grubunda iktidara yönelik sert eleştiriler yönelten İYİ Parti lideri Meral Akşener, “Sayın Erdoğan ne yapıyorsun, ne yapıyorsun! Sen açlığın ne olduğunu bilirsin, bilirdin! Unuttun! Sofraya tek çeşit yemek koyup kendi kaşık uzatamamış, çocuklarım doysun diyen annenin hassasiyetini bilirdin Sayın Erdoğan! Çocukların yemeğini nasıl iptal ettirirsin Sayın Erdoğan. Bodurluk başladı Sayın Erdoğan. Boyları uzamıyor çocukların” ifadelerine yer verdi.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda gündemdeki konulara ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Konuşmasında iktidara yönelik sert eleştiriler yönelten Akşener, “Yarattığınız nesil, milyon dolarlık teknelerden iğrenç fotoğraflar atarken sosyal medyalarına, adı Enes, adı Furkan, adı Ecrin… Bunlar aç yatıyor. Tekrar söylüyorum, bunlar bu dönemde doğmuş ama kemikleri sayılan çocuklar. Okullarda beslenme çantası olmayan ama beslenme çantasından iyi kötü bir şey çıkaran diğer arkadaşlarına imrenerek bakan, tuvaletin çeşmesinden su içip açlığını gideren çocuklar. Sayın Erdoğan ne yapıyorsun, ne yapıyorsun! Sen açlığın ne olduğunu bilirsin, bilirdin. Unuttun” dedi.
Çocukların yeterli gıdayı alamadığı için boylarının kısa kaldığını ve bodurluğun başladığını ifade eden Akşener, “Sofraya tek çeşit yemek koyup kendi kaşık uzatamamış, çocuklarım doysun diyen annenin hassasiyetini bilirdin Sayın Erdoğan! Çocukların yemeğini nasıl iptal ettirirsin Sayın Erdoğan. Bodurluk başladı Sayın Erdoğan. Boyları uzamıyor çocukların. Anlatamam o girdiğim o evlerdeki durumları. Günahtır ya. Bir tarafta zenginlikten, şımarıklıktan gözümüzün içine sokar gibi davrananlar, diğer tarafta açlık çeken çocuklar var” şeklinde konuştu.
Akşener’in parti grubundaki konuşmasından satırbaşları şu şekilde;
“İYİ Parti lideri Meral Akşener’in açıklamasından satır başları ise şu şekilde: “Biliyorsunuz Pazartesi günü, 6 siyasi parti olarak, geniş bir mutabakat zemininde hazırladığımız, Anayasa Değişikliği önerimizi, milletimizle paylaştık. Kurucu değerlerimize sadık kalarak, meclisi güçlü, yargıyı bağımsız, yürütmeyi de istikrarlı hale getirmek için, ortaya koyduğumuz bu önemli çalışma; ülkemizin kalkınması ve demokratikleşmesi yolunda, atacağımız adımları tariflerken; aynı zamanda, istibdata karşı, hürriyetin sesini savunuyor. Tabi biz, bu önerimizle; kuvvetler ayrılığının tesisi, Partili Cumhurbaşkanı döneminin sonu, meclisin etkin denetimi deyince; iktidardakileri, hemen bir rahatsızlık alıverdi… Akademik özerkliğin, hakimlere coğrafi güvencenin geldiğini görünce, rahatsız oldular. Temel hak ve hürriyetlerin, tüm devlet organlarını, bağlayıcı hale getirildiğini, insan onurunun, anayasal düzenin temeli olarak düzenlendiğini, hürriyeti sınırlamanın, istisna olduğunu görünce tedirgin oldular. Sağlık hakkının, çevre hakkının ve elbette hayvan haklarının, ilk kez, anayasal güvence altına alınmasının önerildiğini görünce mutsuz oldular. Yurt dışında yaşayan Türklerin, hak ve menfaatlerini korumanın, devletin bir görevi olarak benimsendiğini, ve mecliste, yurt dışındaki vatandaşlarımızın da, temsil edilmesi için, 15 milletvekili ayrıldığını görünce paniğe kapıldılar.
Elbette bu durumu yadırgamıyoruz. Sayın Erdoğan’ın dediği gibi: ‘Bunlar daha iyi günleri…’ Çünkü, daha yeni başlıyoruz. Bu arkadaşlara, daha çok, panik atakları yaşatacağız. Durmadan, dinlenmeden, yorulmadan çalışmaya ve saraydaki sefaya alışanların rahatını, her adımımızla bozmaya, itinayla devam edeceğiz. Hiç kusura bakmasınlar. Bu önerimiz, İYİ Parti olarak, Büyük Türk Milleti’ne verdiğimiz sözün, bir kez daha, gür bir sesle tekrarıdır. İstibdatın bitişine az kaldı! Hürriyete az kaldı! Güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye’ye, çok az kaldı! Kimse merak etmesin!
Artık, ülkemizin her yanını saran, adaletsizliğin, liyakatsizliğin ve keyfiliğin, bir başka örneği de, maalesef, Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanıyor. Ülkemizin, en değerli kurumlarından biri olan, Boğaziçi Üniversitesi’nin bütün köklü gelenekleri ve nitelikli eğitim kalitesi, yerle bir edilmek isteniyor. Üniversitemiz, zincirleme biçimde; hoyratça bir siyasi kadrolaşmaya, liyakatsiz atamalara, sarayı aratmayan, ucube bir yönetim anlayışına sahne oluyor.
Ardından, 4 Mart 2022’de üniversiteyle hiçbir ilgisi olmayan, üç akademisyen, tepeden indirme yöntemiyle, aralarında, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin de bulunduğu, üç fakülteye, dekan olarak atandı. Bu kişiler, akademisyen bile olmadıkları üniversitede, dekan sıfatıyla, yönetim kurullarına girdiler. Öğrenciler ve akademisyenler aleyhinde, yüzlerce soruşturmaya katıldılar. Üniversitedeki işleyişi, hiç bilmedikleri için, usulsüz, hukuksuz, kararlar aldılar. Bu kararların tamamı da öğrenciler ve akademisyenler tarafından, yargıya taşındı. Peki bu kararlar neydi biliyor musunuz? Mesela; geçtiğimiz ekim ayında; İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde, İşletme Bölümü’nün, seçilmiş başkanı, ceza verilerek görevinden alınıyor. Tepeden inme dekan da, onun yerine, kendisini, bölüm başkanı olarak atıyor. Evet yanlış duymadınız, kendisini atıyor. Bu dekan, Türkiye’nin, en yüksek puanlı işletme bölümüne, kendi alanı olmamasına rağmen, hukuksuz bir şekilde, vekaleten bölüm başkanlığı yapıyor.
Rezalet, maalesef burada da bitmiyor. Bu Kasım ayında, Ekonomi Bölüm başkanı da, aynı şekilde görevden alınıyor. Ekonomi Bölümü’nde idari açıdan, oldukça tecrübeli akademisyenler olmasına rağmen, aynı dekan yine, tamamen usulsüz ve hukuksuz bir şekilde, kendisini buraya da atıyor. Böylece Türkiye’nin, en yüksek puanlı ekonomi bölümüne, ekonomiyle alakası olmayan bir dekan, adeta, ‘ben aslında ekonomistim’ diyerek, saray sakinlerinden alıştığımız, buram buram cehalet kokan bir özgüvenle vekaleten bölüm başkanlığı yapıyor. Bu sayede; İçerisinde 3 bölüm olan, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin, 2 bölümüne, bu her konunun uzmanı dekan arkadaş, vekaleten başkanlık yapıyor. Şimdi hepiniz, bu “Erdoğanımsı” dekanın, kendi alanı nedir diye, merak ediyorsunuz değil mi? İşte o da, 3’üncü bölümde saklı… Bu arkadaşın alanı, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkilermiş… Ancak ne hikmetse, kendi alanına bir türlü başkan atamıyor. Peki neden biliyor musunuz? Çünkü, bu dekan arkadaş, kendisini, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümüne, akademisyen olarak atatmak için uğraşıyor. Bu yüzden de, herhalde göze batmamak için, bu bölüme, vekaleten başkanlık yapmıyor. Çünkü esas amacı, asaleten başkan olmak…
Hatta, bunun için çalışmalara da, Ağustos ayında başlıyor. Bölümün ve fakültenin, hiçbir talebi olmamasına rağmen, kadro kullanma izin talebi için, YÖK’e gidiyor. YÖK de, her zamanki ciddiyetsizliğiyle, Fakülte Yönetim Kurulu ile, bölümün onayı olmamasına, ve yapılan tüm itirazlara rağmen, dekanın talebini onaylayıp, 27 Ekim 2022’de, kadro ilanı çıkıyor. Üstelik ilanda, doktora tezinin başlığına kadar, tüm koşullar da, bu arkadaşın, akademik geçmişiyle yakından örtüşüyor… Yaa, bakın siz şu tesadüfe…
İşte tüm bu rezillik, Boğaziçi Üniversitesi’nin, ne denli hedef alındığını, kişisel çıkarlar ve rant arayışları için, ne denli tahrip edildiğini çok net bir şekilde, ortaya koyuyor. Bu durum; ülkemizdeki, her gelir grubundan, en parlak çocuklarımızın, alınlarının teriyle girip, kamu kaynaklarıyla, dünya standardında eğitim aldıkları, saygın bir üniversitemizin; liyakatsizlikle, kayırmacılıkla ve keyfilikle, düşürüldüğü durumun özetidir.
Boğaziçi Üniversitesi’ni esir alan, bu örnek; ülkemizdeki, en büyük sorunlarımızdan biri olan; tepeden inme ve liyakatsiz atamaların, ahbap çavuş ilişkisiyle, yürütülen işlerin, ortak akıl ve demokrasiden uzak, yönetim anlayışının, ibretlik bir iz düşümüdür. Bu vesileyle; bu arkadaşa, işgal ettiği dekanlık ile başkanlıklara, çok alışmamasını tavsiye ediyor; içinde bulunduğumuz dönemde, keser ve sapın hızla döndüğünü ve hesap gününün, artık çok yakın olduğunu, hatırlatmak istiyorum. Ayrıca; iki yılı aşkın süredir, maruz kaldıkları hukuksuzluk karşısında, hakkını arayan, her gün, nöbetler tutarak, bu ahlaksızlığa itiraz eden, demokratik, özerk ve özgür bir üniversite hayalinden vazgeçmeyen, Boğaziçi Üniversite’mizin tüm akademisyenlerine ve öğrencilerine, her zaman yanlarında olduğumuzu, bir kez da söylemek istiyorum. Siz hiç merak etmeyin; Yaşadığınız bu kabus bitecek! Türkiye, özgürleşecek! Türkiye, gelişecek! Türkiye, güzelleşecek! Türkiye, zenginleşecek! Ve Türkiye iyileşecek! Üstelik buna engel olmaya, hiç kimsenin gücü yetmeyecek.
Bay Kriz ve ekonomi yönetiminin, akıl ve bilime düşman davranışları, artık tüm dünyada, devlet yönetiminde, liyakatsizlik ve beceriksizlik dendiğinde, neredeyse literatüre girecek, bir vaka haline geldi. Bu durumun, son örneği olarak, geçtiğimiz hafta, Merkez Bankası, politika faizini, yüzde 9’a indirdi. Böylece faiz, tek haneli rakama indi. Sayın Erdoğan da, nihayet muradına erdi. Peki ülkemizde ne değişti? Hiçbir şey… Ne kur oynadı, ne de faizlerde, bir değişiklik oldu. Yani bu vesileyle, bir kez daha görmüş olduk ki, Merkez Bankası’nın politika faizinin, düşük olması, bir tek, Sayın Erdoğan’ı mutlu etmeye yarıyor. Çünkü ekonomide, herhangi bir sinyal etkisi yok. Dolayısıyla artık, politika faizine de, ‘Erdoğan faizi’ diyebiliriz…
Nitekim; Sayın Erdoğan, her ne kadar, faize karşı zafer kazanmış gibi, nutuklar atsa da; milletimizin yaşadığı gerçekler, maalesef değişmiyor. ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ yalanına, artık kimse inanmıyor. Çünkü, çarşıdaki, pazardaki pahalılık, vatandaşlarımızın, canını yakmaya, aynen devam ediyor. Mutfaklardaki yangın, büyüyerek devam ediyor. Memur, esnaf, emekli, asgari ücretli, enflasyon canavarının altında, ezilmeye devam ediyor. Ama Bay Kriz’e göre, artık sıra enflasyondaymış… Aklınca faizi halletti ya, şimdi sıra enflasyona gelmiş… Biliyorsunuz, en son, ‘Merak etmeyin, o da inecek’ dedi. Tabi, bu aslında, olumlu bir gelişme… Çünkü, hatırlasınız kendisi, uzun bir süre, enflasyonun varlığını bile kabullenememişti. Sonrasında; ‘enflasyon demesek, hayat pahalığı desek…’ diyerek, işi iyice lakaytlığa vurmuştu. Ve bu yılın başından beri de enflasyon için, düşüş tarihi vermeye çalışıyor. Mart’ta düşecek dedi, olmadı. Nisan’da düşecek dedi, olmadı. Mayıs’ta düşecek dedi, yine olmadı. Şimdi artık, tarih de veremiyor.’3 vakte kadar’ edebiyatıyla, konuyu geçiştirmeye çalışıyor…
Memleketimizi içine sürükledikleri yangın, artık kürsü nutuklarıyla gizlenemiyor. Makyajlı rakamlarla kapanamıyor. Süslü yalanlarla örtülemeyecek kadar, açık bir şekilde, sokaklarda, marketlerde, pazarlarda görülüyor. Milletimiz artık, markete gitmek bile istemiyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü, parasının yetip yetmeyeceğini bilemiyor. Çünkü, kasada mahcup olmaktan çekiniyor. Çünkü, aldığı ürünleri, iade etmek zorunda kalmaktan korkuyor. Ama biz bu gerçekleri dile getirdikçe, iktidar bize; ‘Abartıyorsunuz’ diyor. ‘Yaygaracılık yapıyorsunuz’ diyor. ‘Yalan söylüyorsunuz’ diyor. O yüzden gelin, şimdi hep beraber, enflasyon sepetindeki gıda ürünlerinin, son 1 yıldaki, fiyat artışlarını inceleyelim. Üstelik öyle, her marketin değil, süper indirimli, üç harfli marketlerin fiyatları üzerinden gidelim.
Mesela; her evin vazgeçilmezi sütün, 1 litresinin fiyatı; 2021 yılının, Kasım ayında, 7,13 lirayken, 2022 yılının, Kasım ayında, 15 buçuk liraya çıkmış. Yani, 1 yıllık artış oranı, yüzde 117,4. Mesela; 1 kiloluk beyaz peynirin fiyatı; 2021 yılının, Kasım ayında, 32,89 lirayken, 2022 yılının, Kasım ayında, 85,80 liraya çıkmış. Yani, 1 yıllık artış oranı, yüzde 160,9. Mesela; 1 kilo yoğurdun fiyatı; 8,74 lirayken, 17,98 liraya çıkmış. Yani, 1 yıllık artış, yüzde 105,6. Mesela; 1 kilo patlıcan; 7,12 lirayken, 18,90 liraya çıkmış. Yani, 1 yıllık artış, yüzde 165,6. Mesela; 1 kilo domates; 7,36 lirayken, 19,90 liraya çıkmış. Yani, 1 yılda, yüzde 170,3 artmış. Mesela; 1 kilo salatalık; 5,46 lirayken, 11,90 liraya çıkmış. Yani 1 yılda, yüzde 118,1 artmış Mesela; 1 kilo limon; 4,39 lirayken, 13,90 liraya çıkmış. Yani 1 yılda, yüzde 216,8 artmış. Mesela; 1 kilo elma; Geçen sene 5,38 lirayken, bu sene, 14,90 lira olmuş. Yani 1 yılda, yüzde 177 zamlanmış. Mesela; 1 kilo pirincin fiyatı; 13,04 lirayken, bir senede, 27,50 liraya çıkmış. Yani, yüzde 110,9 artmış. Mesela; 1 kiloluk toz şekerin, fiyatı; 2021 yılının, Kasım ayında, 6,91 lirayken, 2022 yılının, Kasım ayında, 24 liraya çıkmış. Yani, 1 yıllık artış oranı, yüzde 247,4. Evet, yanlış duymadınız, yüzde 247,4. Ancak, tüm bu rakamların karşısında, TÜİK’e göre şeker, yalnızca, yüzde 153 artmış.”