Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi

Yazarımız Sema Akkoyun Özbay, Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin öyküsünü kaleme aldı.

Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi
Yayınlama: 22.09.2017
A+
A-

Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi

 

Asıl ismi Muhammed Celaleddin olan Efendimiz anlamına gelen Mevlana adıyla anılan,

Diyarı Rum olan Anadolu ilinden Konya’da uzun süre ikamet ettiğinden Rumi olarak bilinen,

Anadolu’nun en iyi bilinen evliyalarından olan Mevlana Hazretlerinin doğum yeri

1207 yılında Afganistan’ın Belh şehri olup Annesi Belh emiri Rükneddin kızı Mümine Hatun,

Babası Belh şehrinin ileri gelen bilginlerinden olup Bilginlerin Sultanı unvanını alan

Hüseyin Hatibi oğlu Bahaeddin Veled bazı siyasi olayların ve yaklaşmakta olan

Moğol istilasından dolayı Belh şehrinden ayrılmak zorunda kalan,

Öncelikle Nişabura gidip orada Mutasavvıf Ferüddin Attar ile karşılaşan,

Küçük yaşına rağmen mutasavvıf Ferüddin Attar’ın ilgisini çeken Mevlana Hazretleri,


 

Bir süre sonra buradan Bağdat’a ve Kufe yoluyla Kabe’ye giden Mevlana

14 yaşındayken Anadolu’ya gelen Malatya’da 7 yıl kalan 1222 yılında Karaman’a gelen,

1225 yılında Gevher Hatun ile Karaman’da evlenip çocukları Sultan Veled ve Alaeddin Çelebi olan,

Birkaç yıl sonra Alaeddein Keykubad’ın davetini kabul ederek Konya’ya taşınan,

Babası Sultan Bahaeddin Veled vefat edince Selçuklu Gül Bahçesine defnedilen,

Ölümünden sonra babasının müridleri ve talebeleri Mevlana’nın etrafında toplanan,

Hoşgörünün simgesi Mevlana Hazretleri 15 Kasım 1244 yılında Şems Tebrizi ile karşılaşan,

İlk karşılaşmalarında Şems’in Mevlana’ya Bayezid’i Bistami ile Hz. Peygamberi kıyaslayan

Bir soru sorulduğunda Mevlana’nın vermiş olduğu cevabı çok beğenerek Mevlana ile kucaklaşan,

Mevlana için bir dönüm noktası ve hayatında en önemli yere sahip olan Şems Tebrizi,

1185 yılında Tebriz’de dünyaya gelen asıl ismi Mevlana Muhammed olan,

Şemseddin yani dinin güneşi lakabıyla anılan Azeri Türklerinden olan,

Hz. Muhammed (S.A.V)’in ahlakını örnek alan Şemseddin-i Tebrizi,


 

Devamlı bir arayış içersinde olup manevi bir işaret üzerine Hz. Mevlana’yı bulan,

Birbiriyle bütünleşip birbirinden ayrı düşünülmeyen iki ayrı hoşgörü timsali,

Mevlana’da meydana gelen büyük değişikliği hazmedemeyenler onun Mevlana’dan

Ebediyyen ayrılmasına sebep oldular, Şems Hicri 645 Miladi 1247 tarihinde şehit mi oldu

Yoksa geldiği gibi kimseye haber vermeden Konya’yı mı terk etti bilinmez!

Bugün Konya’da Şems makamı olarak bilinen ve Mevlana türbesinden önce ziyaret edilen

Mescit-türbedeki sanduka boş mu yoksa Şems gerçekten burada mı medfun bilinmez!

Pakistanlıların söylediklerine göre Konya’dan bir gece yarısı ayrılan Şems,

Önce Tebriz’e oradan Hindistan’a gelip meczup ve perişan yıllarca ormanlarda dolaşır

Sonra  Pakistan’ın Multon şehrinde ölmüş olduğu rivayetler arasında yeralan,

17 Aralık 1273 Pazar günü hayata gözlerini yuman Mevlana,


 

Babasının başucuna şimdiki türbesinin bulunduğu yere defnedilen,

Öldüğü güne ‘’Kavuşma Gecesi, Vuslat Gecesi, Düğün Gecesi’’ anlamına gelen ‘’Şeb-i Arus’’ denilen,

Mevlana’ya göre, ‘’Asıl hayat ölümle başlar, bu hayat yalandır, geçicidir.’’

Asıl hayata kavuşmaya asıl sevgiliye kavuşmaya ‘’Şeb-i Arus’’ denmiş olan,

Ölünce kimsenin arkasından üzülmemesini, ağlamamasını isteyen

Hayatı ise ‘’Hamdım, piştim, yandım’’ sözleriyle özetleyen,

İslam dünyasını derinden etkileyen yirmi altı bin beyitlik eseri Mesnevisi olan,

Eserlerinde genellikle tasavvuf üzerinde duran, edebi kişiliğinde din tasavvuf bilgisinin yanı sıra

Aşk, heyecan ve düşünce üzerine kurulan,


 

Farsça yazdığı eserleri Divan-ı Kebir, Fihi Mafih, Mektuplar, Rubailer, Mecalis-i Seb’a

Mesnevi ve Divan-ı Kebir’in de yer yer Türkçe sözcükler ve şiirler görülen,

Herkesin eşit olduğu bir dünya görüşüne sahip olan Mevlana

Tüm insanlığı büyük bir hoşgörü ve insan sevgisiyle kucaklayan,

Dinin kişiden başka kimseyi ilgilendirmediğini ve kişinin inancına, davranışına karışılmaması gerektiğine inanan, insanı insan olduğu için seven Mevlana,

Türk ve dünya edebiyatının önde gelen sanatçılarından olup Arapça, Farsça ve Rumca bilen,

Bu dillerde şiirler söyleyen, devri dili Farsça olduğundan şiirleri bu dilde yazan,

Tasavvuf düşüncesini ilahi aşkla birleştirip şiir sanatıyla ölümsüz hale getiren,

Şiiri, sema, musiki sanatıyla birleştiren ve şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanan,

Dünyanın saygı gösterdiği önemli şairin barış ve kardeşlikle ilgili şiirleri çok fazla yabancı dile çevrilen,

Sanata bir ibadet gibi yaklaşan ve onun için hayatın her anı, her davranış,

Güzel sanatlarla, şiirle, musikiyle ve sema yapmakla geçmeli diyen,

İslam ile birlikte diğer dinleri de inceleyen, biyolojiden sosyolojiye,

Tarihten ekonomiye kadar birçok alanda bilgi sahibi olduğunu yapıtlarına yansıtan,

Türklüğe büyük önem veren her fırsatta öven Mevlana,


 

‘’Her ne kadar Farsça söylüyorsam da aslım Türk’tür’’ anlamında söylediği şiir dizelerinde

Türkçenin ileri bir şiir dili olarak gelişmemiş olduğuna duyduğu üzüntüyü dile getiren,

Mevlana hayranlığı nedeniyle Farsça öğrenen ve bir ‘’Divan’’ yazan Alman şairi Goethe,

Mevlana’nın tablosunu yapan Hollandalı ünlü ressam Rembrand,

‘’Peygamber değil ama kitabı var’’ diyerek onu yücelten İranlı Molla Cami,

‘’Mevlana ışığından bir kez nurlanan başka nur istemez’’ diyerek

övgüler yağdıran Fransız şair Maurice Barres,

Milyonların sevgilisi olan ve pek çok şaire ilham kaynağı olan Mevlana,


 

Şiirleri çoğunlukla sema ederken coşkunlukla söylenen,

Dünyanın her yerinde eserleri okunan, derin sufi, büyük şair ve tasavvuf ehli bir alim,

‘’Gel gel yine gel, ne olursan ol yine gel. Yüz kere tövbeni kırsan yine gel’’  dizeleriyle

İnsanları dil, din, ırk, mezhep ayrımı gözetmeden, kardeş olmaya, barışa ve hoşgörüye çağıran

Din bilgini Mevlana’nın davetiyle Konya Mevlana Türbesini ziyaret etmenin sevinci mutluluğu ve huzuruyla kaleme aldım Rumi’yi büyük bir zevkle…


 

‘’Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol

 Şevkat ve merhamette güneş gibi ol

 Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol

 Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol

 Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol

 Hoşgörülülükte deniz gibi ol

 Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol’’

 

Mevlana’nın ölümünden sonra Alemeddin Kayser ve Muiniddin Pervane ile karısı Gürcü hatun

Tarafından 1274 yılında yaptırılan türbenin mimarı Bedreddin Tebrizi olan,

Türbe çevresindeki mescit, semahane, meydanı şerif, matbah, Devriş hücreleri,

Şadırvan, şeb-i aruz havuzu ve çelebi dairesiyle bir külliye halinde yeralan,

Esas türbe binası Selçuklu devrine, türbenin yivli gövdesi ve külahı ile giriş koridoru,

çelebi mezarları, Post kubbesi Karamanoğulları devrine, mescit, semahane, türbeler,

derviş hücreleri, matbah ve şadırvan ise Osmanlı devrine ait olan,

Türbenin bugünkü şekli ise kare planlı bir zemin üzerinde üç tarafı kemerli ve bir tarafı kapalı mekan,

Bu mekanın üzerini 16 dilimli sivri bir külah ve külahın tepesinde bir hilal içinde Mevlevi sikkesi

bulunan yüksek bir alem görülen ve üzerini firuze çiniler kaplayan Külaha Yeşilkubbe denen,

Yeşilkubbenin altında Mevlana’nın ve oğlu Sultan Veledin gök mermerden yapılan

Üstü puşide ile örtülü sandukaları bulunan, Türbenin bir ‘mumyalık’ kısmı da bulunan,

Cephede bugünkü Gümüş Eşikin altında bulunan bu kısmın kapısının XVIII. Yy.da örülmüş olan,

Çapraz tonozla örtülü olduğu sanılan bu kısımda Mevlana’nın naşı mumyalanarak muhafaza edilen,

Müze olarak kullanılan Mevlana Dergahının yeri, Selçuklu Sarayının Gül Bahçesi iken bahçe,

Sultan Alaeddin Keykubad tarafından Mevlana’nın babası Sultanül-Ulema Bahaeddin Velede

hediye edilen ve Sultanül-Ulema 1231 yılında vefat edince türbeye defnedilir ve gül bahçesine yapılan ilk defin olur. Mevlananın ölümünden sonra oğlu Sultan Veled mezarı üzerine türbe yaptırır.

‘Kubbe-i Hadra’ (Yeşil Kubbe) denilen türbe dört fil ayağı kalın sütun üzerine 130 bin Selçuki dirhemine Mimar Tebrizli Bedrettin’e yaptırılan ve 19. Yüzyılın sonuna kadar eklemeler devam eden,

Mevlevi Dergahı ve Türbe 1926 yılında ‘Konya Asar-ı Atika Müzesi’ adıyla hizmete açılan,

1954 yılında ise müzenin adı ‘Mevlana Müzesi’ olarak değiştirilen,

6500 m2 olan müze alanı, Gül Bahçesi olarak düzenlenen yeni bölümlerle 18.000 m2’ye ulaşan,

Müze avlusuna ‘Dervişan Kapısı’ndan girilen, Avlunun kuzey ve batı yönü boyunca

derviş hücreleri, Güney yönü, matbah ve Hürrem Paşa Türbesi’nden sonra

Üçler Mezarlığına açılan Hamuşan (Susmuşlar) Kapısı ile son bulan.

Avlunun doğusunda Sinan Paşa, Fatma Hatun, ve Hasan Paşa türbeleri yanında semahane ve mescit bölümleri ile Mevlana ve aile fertlerinin mezarlarının içersinde bulunduğu an bina yer alan,

Avluya Yavuz Sultan Selim’in 1512 yılında yaptırdığı üzeri kapalı şadırvan ile Şeb-i Arus havuzu ve avlunun kuzey yönünde yer alan selsebil adı verilen çeşme ortama ayrı bir renk katan,

Kuran-ı Kerimi yüksek sesle ve usulüne uygun olarak okuma anlamına gelen Arapça kelime Tilavet,

Geçmişte bu oda da Kuran-ı Kerim okunulduğu için buraya Tilavet Odası adı verilen,

Halen Hat Dairesi olarak kullanılan yerdeki gümüş kapı üzerinde Molla Cami’ye ait beyitte şöyle denilmekte; ‘‘Bu makam aşıkların Kabesi oldu. Buraya noksan gelen tamamlanır’’

Türbe salonuna Sokullu Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa’nın 1599 yılında yaptırdığı gümüş kapıdan girilir. Mevlana’nın meşhur eserlerinden Mesnevi ve Divan-ı Kebirin en eski nüshaları sergilenen,

Türbe salonunu üç küçük kubbe örter, yeşil kubbeye kuzey yönünden bitişik olan üçüncü kubbeye post kubbesi denilen, Türbe salonu doğuda, güneyde, kuzeyde yüksekçe bir set ile çevrili olan,

Kuzeydeki yüksek setlerde 6 Horasan erinin sandukaları yer alan,

Horasan erlerinin hemen ayakucunda ise İlhanlı Hükümdarı Ebu Said Bahadır Han için yapılan nisan tası sergilenen ‘Ya olduğun gibi görün, Ya göründüğün gibi ol’ yazılı levhasının yanı sıra Mevlana’nın farsça bir rubaisi de yer almaktadır.

‘’Gel, gel, ne olursan ol, gel!  

İster kafir, ister Mecusi, ister puta tapan ol, gel!

Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir.

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel!

 

Halen Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled’in mezarı üzerinde bulunan ve bazı kişilerin

‘oğlu gelince babası ayağa kalkmış’ dedikleri ahşap sanduka ise bir Selçuklu şaheseri olup

1274 yılında Mevlana için yaptırılan, Kanuni, Mevlana ve oğlu Sultan Veled’in mezarları üzerine

1565 yılında yeni bir mermer sanduka yaptırınca ahşap sanduka buradan kaldırılmış ve sandukası olmayan Mevlana’nın babasının mezarının üzerine konulmuş olan,

Semahane, Mescid ve Halı Kumaş Bölümü, Deviş Hücreleri, Matbah Bölümü bulunan

Mevlana Müzesi, eskiden Mevlana’nın dergahı olan yapı kompleksinde

1926 yılından beri faaliyet gösterip Mevlana Türbesi Konya’da bulunan

 

Konya, Türkiye’nin yüzölçümü bakımından en büyük ili ve en kalabalık yedinci şehri,

Dünyanın en eski yerleşim yeri olan Çatalhöyük UNESCO tarafından Dünya Miras Listesine alınan,

Anadolu Selçukluları’nın başkentliğini yapan ve büyük mutasavvıf Hz. Mevlana’ya ev sahipliği yapan,

Türklere tam 211 yıl başkentlik yapan Anadolu’nun ilim, kültğür ve medeniyet merkezi olan Konya, İsmini Yunanca tasvir anlamına gelen, İkon’dan ileri geldiği bilinen,

Romalılar ise ‘İkonium’ ismi ile anmışlar, 1071 Malazgirt Zaferinden sonra

Türkler tarafından fethedilince en büyük en mamur şehre Konya ismini vermişler.

Bazı rivayete göre ise Horasan’dan Anadolu’ya göç eden iki evliya Konya’nın bağlık ve bahçelik manzarasını görünce içlerinden biri ‘Buraya konalım mı?’ demiş, arkadaşı ise ‘Kon ya!’ demiş ve bu isim şehrin ismi olmuş.

 

Mevlana’dan bir Sema geçti…

İnsan tabiatının derinlerine inip insanın iç yüzünü keşfeden Mevlana’nın güzel sözlerinin süslediği

Bahçesinden Mevlana türbesine doğru hızla adımlarla ilerlerken heyecanlı huzurlu ve mutluydum. Uzun zamandır görmek ve kavuşmak istediğim bir yakınımı ziyarete gelmiş gibi… Türbe kapısından girdiğimde kalabalık ve hemen her ülkeden Mevlana severlerin heyecan ile türbeyi ziyaret edip ellerini huşu ile Semaya açtıklarını gördüm. Kalabalığın arasına karışıp çocukluğumda ziyaret ettiğim türbeye yıllar sonra tekrar gelmenin heyecanı içindeydim. Yıllardır dilimden düşürmeyip gelmeği arzuladığım yerdeydim nihayet… ‘Çağırırsa gidersin dediler’ hep… Çağrıldık şükür buradaydık…

Nihayet ben en sevdiğim en özlediğim en huzur dolu en gizemli yerdeydim. Ellerimi Semaya açıp şükür ve dua ettim. Türbe girişindeki setin üzerinde namaz kılıp tekrar dua etmeye başladığımda sağ yanımda küçük bir parmak omzuma dokundu başımı çevirdiğinde mavi gözlü sarı saçlı beyaz tenli beş altı yaşlarında güzel bir kız çocuğuyla göz göze geldim. Kahverengi bir tespihi avucumun içine koydu.

Ben tespihi çekmeye başladım ve tekrar kıza geri vermek için aradım ama bulamadım oradaki güvenlik görevlisine durumu anlattım ‘o tespih sizindir hediyedir onu alabilirsiniz’ dedi.

Sonradan öğrendim ki orada bu tür olaylar oluyormuş. Bana göre, Kavuşma hediyesi kahverengi parlak tespihim aldığım en anlamlı en gizemli en güzel hediye.

Konya’nın kalbi Mevlana Müzesi bahçesinin nerdeyse içerisinde yeralan 200 yıllık tarihi Türk mimarisine sahip eklektik tarzda restore edilen Hich otelde kalmak çok özel ve çok güzeldi.

Çünkü 2012 yılında kurulan 13 odalı otel, Türkiye’nin en romantik dünyanın dokuzuncu romantik oteli

Konya’da yediğimiz muhteşem etli ekmek ve leziz bamya çorbasının da tadı damağımızda kaldı.

Yağlı gevrekler, Konya şekerlemeleri, seramik semazen hediyelerimizi yerleştirirken derin, güzel duygular ve huzurun yanı sıra aklım Mevlana Hazretlerinde kalarak İstanbul’a geldim.

‘‘Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir’’

Diyen Mevlana Hazretlerini ve güzel Konya’yı mutlaka ziyaret edin…

 

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.