Hüseyin Demir ‘Türkçe’ye çevrilmeyen Eylül’ü anlattı

Yeni Gazete yazarı Hüseyin Demir’in beklenen yeni romanı çıktı..

Hüseyin Demir ‘Türkçe’ye çevrilmeyen Eylül’ü anlattı
Yayınlama: 02.10.2020
A+
A-

Şair ve Yazar Hüseyin Demir, kendi çocukluğunun geçtiği coğrafyada, o günlerin tarihine notlar düşerek, “Türkçeye çevrilmeyen devrim ve EYLÜL” romanını kaleme aldı. 

Üç yıllık bir çalışmanın ürünü olan eser, okurları derinden etkileyen bir gerçekliğe sahip.

Anadolu’nun en dolu tarafındaki bu coğrafyada 1978-1984 yılları arasında yaşananları, ülkenin genel gidişatını, şehirlerin-kasabaların durumunu, köy yaşamını, “okuyup, adam olmak için” ilçeye gelen köy çocukların zor yaşam koşullarını, 12 Eylül öncesi ve sonrasında yaşananları anlatan roman, tüm bu olayları, okura 13-14 yaşlarında bir çocuğun gözlemiyle anlatmaya çalıştı.

HÜSEYİN DEMİR KİMDİR?
Nisan 1967 tarihinde Malatya’nın Hekimhan ilçesinin Boğazgören köyünde doğdu.
İlkokulu Boğazgören Köyünde, ortaokul ve liseyi Hekimhan ilçesinde okudu. 1986 yılında Fırat Üniversitesi İnşaat Bölümü’nü kazanarak başladığı üniversite tahsilini yarıda bırakarak iş hayatına atıldı.

 Şiir kitapları olan “Ağustos” 2011 yılında El Yayınları, “Askıda Şiir” ise 2015 yılında Atölye Yayınları tarafından yayınlandı. Yaşanmış üç hikâyeden derlediği ilk öykü tadındaki kitabını “Hüznün Alıngan Öyküleri” adı altında 2017 yılında yine Atölye Yayınlarından çıkardı. Bunların yanı sıra ulusal, bölgesel, yerel gazete, dergi ve internet sitelerinde yazıları yayınlanmaktadır.

TÜRKÇEYE ÇEVRİLMEYEN DEVRİM VE EYLÜL 

Yazarı “Türkçeye çevrilmeyen devrim ve EYLÜL” ile ilgili düşüncelerini Anadolu’nun en dolu tarafındaki bu coğrafya da hikayeler yabani otlar gibi kendiliğinden yeşerdikçe ve eli kalem tutana sadece toplamanın kalacağı günler yaşandıkça daha çok kitapların yazılacağını inancı tam olduğunu söyleyerek, şöyle anlatıyor: 
 

“GÖZYAŞLARININ HER HALİNİ EN İYİ GAR TAŞLARI BİLİR” 
 “’Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.’der Tolstoy. Ya birinin gözlerinden gidersin ya da birinin gözlerine gidersin. Uzun yol hikayelerini andıran bu kitabın yolculuğu da böyle başladı. Yola çıkmak değil yolda olmaktı marifet, yolda yol için bulunmak. Her yol ayrımında, bir parçanı bırakmak, bölünmek… Bölündükçe tamamlanmak. Gidilmek istenen mesafeleri saatlerle değil de günlerle tayın etmek, yolda geçen zamanı da varılan yere dahil etmek, yol boyunca yaşananları varılacak yerin, yapılacak işin, görülecek hesabın bir parçası saymak yani kelimelerle yolların mührünü çözmek.

1978-1984 yılları arasında yaşanmış, uzun yol hikayesi tadında ki bu kitapta; o yıllara ait bir çok olay, şimdileri kaybolmaya yüz tutmuş gelenekler- görenekler, insan ilişkileri, daha güzel günler özlemiyle siyasi mücadeleler, gizli aşklar, dostluklar, yokluk, yoksulluk ve daha bir çok şey bulacaksınız. 

Kitapta anlatıla o yıllar, hepimizin ortak yaşanmışlığı. Taş bağırlı dağların çevresinden dolanan kara tren gibi dumanı genzimizi yaka yaka, patikalarla söyleşe söyleşe geçtiği her yerde ya ateşi körükledi ya da su döküp harı soğuttu. Gözyaşlarının her halini en iyi gar taşları bilir, birini beklememenin derin boşluğunu da. Koşullar ne olursa olsun, zaman kendi hüznünü ve sevincini bilir ve acısını bize kendi diliyle taşır. O dili, güncelleyerek böyle uzun yol hikayeleri üretmekte bizlere düştü. 

Roman tadında, belgesel bir anlatımla o yılları, olayları, yaşanmışlıkları, değerleri unutturmadan geleceğe taşımak, yazılı bir kaynak olarak saklanıp gerektiğinde baş vurulacak bir kitap olarak, herkesin birbirinin öyküsüne nöbetçi olduğu bu günlerin hatırına uzun yol hikayelerine bir kitap daha eklemiş oldum. 

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.