Bir tebessüm kadar derin

Yayınlama: 16.07.2025
A+
A-

Toplumların kalabalıkları içinde sessizce parlayan bir grup insan vardır.
Bu kişiler, yalnızca kendi bireysel kimlikleriyle değil, başkalarının duygusal hâlleriyle de yoğrulmuş bir kişilik yapısına sahiptir.

Modern toplumun bireyci ve mekanik ilişkiler ağı içinde, duygusal derinlikleriyle öne çıkan bu insanlar, yaşamı farklı perspektiflerden değerlendiren, hayat içinde âdeta birer içsel direnişçilerdir.
Tüketim kültürünün, haz odaklı yaşam anlayışının ve yüzeyselliğin egemen olduğu çağımızda, kalbiyle düşünen ve yüreğiyle gören bu insanlar; insanî değerlerin sürdürülebilirliğini sağlayan, özünü koruyan nadir bulunan değerlerdir.

“Ancak kendine inancı olan insanlar başkalarına karşı sadık olabilir.” düsturunca, onların varlığı; empati, sabır, merhamet ve anlayış gibi kavramların hâlâ yaşatılabildiğinin bir kanıtıdır. Duygular onlar için yalnızca geçici hisler değil, hayatı anlamlandıran derin köklerdir.

Bu insanlar; merhametin, anlayışın, hoşgörünün ve yardımseverliğin taşıyıcısıdır. Onlar için bir tebessüm, bir bakış, bir kelimenin tonu, bir jest bile binler anlam taşır.
En ince ayrıntıyı dahi görebilir; birinin acısını, kırgınlığını, umudunu kendi yüreklerinde hissedebilirler. Bu empati yeteneği, onları insan olmanın özüne en çok yaklaşanlar arasına yerleştirir.
Psikoloji ve sosyoloji literatüründe “yüksek duygusal zekâya sahip bireyler” olarak tanımlanan bu insanlar, yalnızca bireysel farkındalıklarıyla değil, toplumsal ilişkilerdeki yapıcı ve dönüştürücü rolleriyle de dikkat çeker.

Merhamet onlar için bir seçenek değil, bir yaşam biçimidir. İnsanlara karşı suçlayıcı bir tavırla değil, bilakis anlayışla yaklaşırlar. Eleştirmek yerine dinlemeyi, yargılamak yerine anlamayı tercih ederler.

Onlar için kimsenin kusursuz olması gerekmez; herkesin yaşanmışlıkları, acıları ve mücadeleleri vardır. Bu yüzden ötekileştirmezler, aksine kapsayıcıdırlar.
Kendini sürekli yenileyen, aynı yerde durmak yerine ilerlemeyi seçen bu insanlar; hayatı bir okul gibi görür. Her deneyimden bir şey öğrenir, her karşılaşmayı bir içsel dönüşüm fırsatı olarak değerlendirirler.

Başarılı olduklarında bunu gösteriş aracı yapmazlar. Sessizce üretir, derinden inşa ederler. Yaptıklarını anlatmak yerine, davranışlarıyla konuşurlar. Onlar için başarı, sadece bir sonucun değil, o sonuca giden yolun anlamıdır. “Bazen bilmediğinden değil çok şey bildiğinden susarsın…” tanımı, tam da bu karakterdeki bireylerin yaşam felsefesini yansıtır niteliktedir.
Ve şiirsel bir zihin yapısına sahiptirler. Estetik ve duygusal duyarlılıkları, onları aynı zamanda edebî üretkenliğe yöneltir. Yazdıkları her cümle, bir duygunun, bir yaşanmışlığın izini taşır. Kelimeler onlar için yalnızca ifade araçları değil; içsel dünyalarının yansımalarıdır.

Derin yazılar, deyişler ve şiirler onların ruhsal güzelliğidir. Duygularını anlamlandırmak ve başkalarına da ışık tutmak için kalemi bir dost gibi kullanır, kelimelerle raks ederler.
Ancak, bu duyarlılık ve derinlik çoğu zaman onları anlaşılmayan insanlar hâline getirir. Çevrelerinde yüzeysellikten beslenen, hızlı tüketen ve duygulardan uzak duran insanlar olabilir. Bu ortam, onların içsel yalnızlıklarını artırabilir. Ve en nihayet zaman zaman sığ düşüncelerin hedefi hâline gelirler.

Anlaşılmadıklarında bile öfkelenmeden, sabırla dinlerler. Eleştirilere tepki vermez, saldırıya uğrasalar da kendilerini küçültmezler. Bu sabır, onların gücüdür. Sessiz kalmaları bir zayıflık değil, yüce bir olgunluğun, onurlu bir duruşun ve derin bir anlayışın tezahürüdür.

Bu insanlar, çizgilerini asla bozmazlar. Kendilerini ispatlamak için değil, doğru olanı sürdürmek için yaşarlar. Ses tonunu yükseltmez, ama yeri geldiğinde öyle sözler söylerler ki; o an odak noktası olurlar.

Tam bu noktada Albert Einstein’ın “Bilgi cesaret verir, cehalet ise küstahlık. Bilgili insan mütevazidir, cahil insan ise kibirli.” sözü yankılanıyor hafızamda.

Velhâsıl derinliği olan bir insanın sözü, zamanla değil anla yankılanır. Onlar kendilerini güçlü bir şekilde ifade eder, fakat asla kibirle değil; içtenlikle ve bilgelikle konuşurlar.

İnsanlar arasında “kendini kabul ettirmiş” olarak anılırlar çünkü değerlerini kendileri belirler, başkalarının onayına ihtiyaç duymazlar.
Toplum, bu derin ruhlara genellikle “fazla duygusal” ya da “aşırı hassas” gibi sıfatlar yükler. Oysa onların varlığı, insanî değerlerin devamlılığını sağlar. Onlar sayesinde dünyada hâlâ sevgi, anlayış ve merhamet yeşerebilmektedir.

“İyi bir insan öldüğünde ona ağlamayın. Asıl onu kaybeden topluma ağlayın.” diyor ya FARABİ… evet, çünkü iyi insanlar toprağa değil, toplumun vicdanına gömülür. Onlar sustuğunda, sadece bir hayat değil; umut, adalet ve merhamet de eksilir.

Nitekim onlar, modern dünyanın gürültüsünde bile insan kalabilmeyi başarabilen nadir ruhlardır.
Belki de bu insanlar, bir gün ansızın çekip gittiklerinde arkalarında bir sessizlik değil; bir öğreti, bir iz, bir vicdan bırakırlar. Onların yokluğu bir boşluk değil, bir aynadır aslında; insanlığın dönüp bakması için kendine…

Ve bizler, bu aynada kendi suretimizi ne kadar insan olarak görebiliyorsak, işte o kadar yaşatabiliriz onların mirasını.
Unutmayalım, kalabalıklar içinde unutulan her iyi insan, aslında bir toplumun kendini kaybetmesidir. Bu yüzden, hâlâ böyle insanların var olduğunu bilmek bir şanstır; onları anlamaya çalışmak ise bir sorumluluk.
Belki de yapılacak en büyük iyilik, onların yalnız olmadığını hissettirecek kadar derin ve gerçek bir kalple yaşamaya çalışmaktır…

Bu yazım, işte bu kıymetli insanlara gıyaben bir saygı duruşudur. Onların varlığı, bu dünyada hâlâ umut olduğunu gösterir. Eğer siz de böyle bir insanla tanıştıysanız, böyle birine sahipseniz etrafınızda ya da içinizde böyle bir duyarlılığı taşıyorsanız, bilin ki bu dünyaya en gerekli olan şeyin ta kendisisiniz. Zira bu duygular, insanlığı insan yapan yegâne kaynaklardır.

Kalbinizde yaşayan bütün güzellikler sizinle olsun.
Sevgilerimle…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.