Ecelin Bile Öldüremediği Aşk!

Genelde aşk üzerine yazan biri olarak Sevgililer Günü’nü es geçmek olmazdı. Yazmak için kendimi zorlamak ya da almanız gereken hediyeler üzerine kafa yormak istemedim bu kez! Ben paranın satın alamadığı, içinde düşünce ve emek olan hediyeleri seviyorum; çoğunuzsa üzerinde amblemler olan şaşalı paketleri… Bu sene size, benim aşk olarak gördüğüm, gerçek bir hikâyeyi anlatacağım!  Tabii […]

Yayınlama: 10.02.2019
A+
A-

Genelde aşk üzerine yazan biri olarak Sevgililer Günü’nü es geçmek olmazdı. Yazmak için kendimi zorlamak ya da almanız gereken hediyeler üzerine kafa yormak istemedim bu kez! Ben paranın satın alamadığı, içinde düşünce ve emek olan hediyeleri seviyorum; çoğunuzsa üzerinde amblemler olan şaşalı paketleri…

Bu sene size, benim aşk olarak gördüğüm, gerçek bir hikâyeyi anlatacağım!  Tabii ki bunu yaşayan o güzel insanın da affına sığınarak…

Yaklaşık 6 sene önceydi. Bahçede uzanmış kitabımı okumaya hazırlanırken bir genç kızın sahilde yere düşüp bayıldığını fark ettim. Sonra bir adam gelip onu ayıltmaya çalıştı. Yerimden doğrularak hızla caddeyi geçip onları eve davet ettim.

Kızın yüzüne ve bileklerine kolonya sürerek ayıltmaya çalışırken “Uykusuzluktan galiba” diye mırıldanarak derin bir uykuya daldı kız.  Bu arada ben adama bakarak: “O biraz dinlensin ben de size bir limonata ikram edeyim isterseniz?” dedim.  

Limonatalarımızı içerken isimlerimizi söyleyip tanışmayı da ihmal etmedik. Hani bazen bir sessizlik hâkim olur ya ortama, insan düşüncelerinde bir yerlere gider ve gelir; aynen öyle oldu!  Genç adam: “Burası huzurlu bir yer! Bana çok sevdiğim birinin bahçesini hatırlattı bahçeniz!” dedi. Tatlı bir tebessüm kondu yüzüne ve anlatmaya başladı:

-Bir zamanlar birini çok sevmiştim.  Aslında hala aşığım diyebilirim ama insan bir ölüye âşık olabilir mi? Orası şüpheli! Ailem, beni çocuk yaşta evlendirdi. Eşimi sevmedim ama saygı duydum. Derken bir gün İzmit’te okuyan üniversiteli bir genç kıza âşık oldum. İş için sıkça gittiğim İzmit, bana her geçen gün kollarını açmış aşkla bekleyen bir kadın demek oldu. Yıllar geçiyor eşim kalbimin bir kadın için çarptığını, heyecanımı anlıyor ama sesini çıkaramıyordu ortadan kayboluşlarıma. İçten içe, onun bu güzel duyguları yani aşkı hiç yaşayamayacağını düşünerek üzülüyordum…

Derken 1999 yılı geldi çattı. O sıcak Ağustos akşamı! İstanbul’u öylesine bir yoklayan deprem, İzmit’i alt üst etmişti. Eşimle sokakta arabanın içinde otururken onun, Sude’nin, can verdiğini hissettim ben! Kafamı direksiyona vurmaya başladım İzmit’ten konuşuldukça haberlerde. Eşim bir şeylerin yolunda olmadığını anlamıştı:” İzmit’te kim var Nurettin? Kim için acı çekiyorsun?” diye ağlıyordu.  – “Âşık olduğum kadın!” diyebildim sessizce.

Parça parça olmuştu sevdiğim insanın küçücük bedeni. Haftalarca sadece ağladım. Eşim de benimle ağlıyordu her seferinde. Bana zorla yemek yediriyordu. Sabunlu sularla siliyordu vücudumu duş almak bile içimden gelmediği için. Bir sabah onunla kahvaltı etmem gerektiğini yoksa öbür dünyada Sude’nin asla huzur bulamayacağını söyledi bana. Onun yaşayamadığı hayatı yaşamam gerektiğini anlattı.

Yavaş yavaş benim aşkım içi acı çeken o kadına; yani karıma, âşık olmaya başladım.  Birlikte iş yerinde sakladığım fotoğraflara baktık. “Ne kadar güzelmiş Sude!” bile dedi. Öyle güzel bir kızımız olmasını diledi hep. Evde en net görebileceğimiz bir köşeye astı o fotoğrafı ve bütün hamileliği boyunca o fotoğrafa baktı. Sonra da Sude’yi baştan yarattı benim için!

Kızın yanına giderek: “Sude hadi kızım Ebru Hanım’ı daha fazla rahatsız etmeyelim!” diye uyandırdı. Ağlamaktan kan çanağı olmuştu gözlerim. Genç kızın yüzüne baktım uzun uzun. Kocasının aşkını onun için baştan yaratan bir kadının eseri duruyordu karşımda! Adam, karısının aşkı hiç yaşayamayacağını düşünüp üzülürken kadın, kendi aşkına sahip çıkmış, kocasının acısını sahiplenmiş ve onu mutlu etmek adına ona çok benzediğine emin olduğum Sude’yi hediye etmişti.

“Bu akşam dışarı falan da çıkmak yok sana Sude! Yatıp dinlen yarın gece çıkarsın!” diye söylenerek sarılıp gitti kızına. Öylece kalakaldım arkalarında. Birkaç gün sonra sabah yüzmeye gittiğimde sahilde Sude isminin yazılı olduğunu gördüm. Ne aşkmış diyerek tekrar doldu gözlerim. Nurettin Bey elinde bir kahveyle yanımda belirdi: “Aslında bir kitap olurdu hikayemiz!” dedi. Eşiyle tanışmak istediğimi söyledim öyle bir çırpıda. Komşuyduk ne de olsa!

Bana bakarak: “Evet, esas kahraman o!” dedi. Ama maalesef o da bizi bırakıp gitti. Sude’ye olan aşkım onu tüketti. Sevişirken bile ismini sayıklamaktan korkuyordum ve o da bunu hissediyordu. Bana kızımızı hediye edip, yaşamak için bir neden verip hayatımızdan çekildi…

Hayatta duyduğum en güzel aşk hikayesiydi bu! Hala arada bir kahvesini içerim Nurettin Bey’in. Kızına bakışını izlerim gizlice ve onun bir daha kimseyi sevemeyeceğini düşünerek üzülürüm bir zamanlar onun karısına bakıp üzüldüğü gibi…

Sizce, bu hikayedeki gerçek aşık kimdi? Ya da aşk olan ne?

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.