Merhamet ve Adaletle Yükselen Toplum

Yayınlama: 29.09.2025
Düzenleme: 29.09.2025 17:50
A+
A-

Tarih boyunca medeniyetler, insanın özündeki merhamet, adalet ve hakkaniyet arayışının etrafında şekillendi.

Ne var ki, bu değerler çoğu zaman gücün, şiddetin ve tahakkümün gölgesinde kaldı. İbn Haldun’un “Umran” kavramıyla tarif ettiği üzere sosyal hayatın gerçek gücü; zorbalıkla değil, adalet ve dayanışmayla büyür. O, ümranı insan topluluklarının yaşama düzeni, sosyal örgütlenmesi ve yerleşik/göçebe hayatın tüm şartları olarak tanımlar.

Yani ümran hem maddi (şehirler, yerleşimler, ekonomi) hem de manevi (örf, ahlak, siyaset, kültür) unsurları kapsar.

Aynı şekilde Konfüçyüs, “Bir ulusu ayakta tutan ordular ya da hazineler değil; adaletin kendisidir” diyerek toplumsal düzenin temel direğini hatırlatır.

Buna istinâden Peygamber Efendimiz’in “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez” (Buhârî, Tevhid, 2) hadisi; merhameti yalnızca bireysel bir erdem değil, toplumsal bir ilke olarak da sunar.

Yine “Cennet annelerin ayakları altındadır” hadisi, kadına verilen değerin ve anneliğin kutsiyetinin bir ifadesidir.
Bu söylemler, insanın ve toplumun gerçek büyüklüğünün şiddette değil; vicdan, zarafet ve adalette bulunduğunu ortaya koyar.
Bugün kadınların, çocukların, hayvanların ve doğanın uğradığı haksızlıklar, aslında insanlığın kendi öz değerlerinden uzaklaşmasının göstergesidir.

Gelgelelim bu tabloyu değiştirmek, yalnızca yasalarla veya reformlarla yetmeyecek, bireylerin zihninde ve kalbinde başlayacak bir uyanışla mümkün olur.

Mevlânâ’nın “Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok; nice insanlar gördüm, üstünde elbise yok” sözü, bize insanlığın özüyle bağını hatırlatır: değer, görünüşte ya da güçte değil, hakikatte ve içsel erdemdedir.
Bu nedenle adalet, eğitim, kültür ve sanatla örülen bir toplum; ancak birbirine saygıyla yaklaşan bireylerin çabasıyla yükselebilir.

Oysa dünyamız hâlâ, erkekliği kudretle ölçen, kadını kutsarken bile ikincilleştiren, çocuk ve hayvanı yok sayan bir algının esiridir. Bu metin, işte tam da bu algının sorgulanmasına ve yerine daha insani bir perspektif konmasına çağrı niteliğindedir:

Tam bu noktada hatırladığım, Hz. Peygamber’in “Annene iyilik et” buyruğuyla başlayıp üç kez anneye, ardından babaya iyilik tavsiyesiyle devam eden hadisi (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1) de bu anlayışı destekler. Bu hadisler, anneliğin ve ebeveyne hürmetin İslâm’daki yüksek konumunu gösterir.

Çünkü onlar, insan olmanın faziletinden ziyade, erkekliğin ham kudretiyle övünürler.

Sosyal medyada da bu, “erkek adam ağlamaz” gibi hashtag’lerle ya da “alpha male” içerikleriyle kendini gösterir; güç ve sertlik, erdemin yerine geçer.

Bu düzen, kendi elleriyle şiddet, hoyratlık ve sapkınlık üretir; hâlâ da üretmektedir. TikTok’ta kadına yönelik şiddeti espriye çeviren videolar veya trol hesapların şiddeti normalleştiren paylaşımları buna örnek olarak verilebilir.

Öte yandan bu tarz paylaşımlar ne hayvana, ne çocuğa, ne kadına, ne de toprağın kutsallığına hak ettiği değeri verir. Hayvanlara işkence videolarının viral olması, çocuk işçiliğine dair haberlerin alay konusu hâline gelmesi, kadınların taciz hikâyelerini paylaştığı hesaplara gelen saldırılar ve doğayı yok sayan “yeni villa projeleri” paylaşımları, bu ihmali ve saygısızlığı gözler önüne serer.

Nitekim bu düzen, “sevmeyi” değil, “sömürmeyi” öğretir. Influencer kültürü, lüks ve tüketimi yüceltirken, ilişki koçlarının veya bazı içerik üreticilerinin fayda odaklı tavsiyeleri, doğayı ve insanları sadece “trend” veya kazanç malzemesi hâline getiren kampanyalar, sevginin yerini sömürüye bırakmasının sosyal medyadaki yansımalarıdır.

Zirâ insanlık; ancak merhametle, adaletle ve karşılıklı hürmetle yükselir.
Kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla, hayvanıyla, tabiatıyla bir bütün olarak değer gören toplumlar, gerçek medeniyetin mimarlarıdırlar.
Gerçek kudret, öfke ve tahakkümden ziyade nezaket, akıl ve vicdandadır.
Ve gün gelir, hakikat bütün hoyrat sesleri susturur; hakiki insanlık öne çıkar.

Toplumsal dönüşüm bireylerin zihninde başlar. Alışkanlık hâline gelmiş ayrımcı sözler ve davranışlar, farkındalıkla, eğitimle ve empatiyle çözülebilir. Çocuklarına eşitliği, saygıyı ve vicdanı öğreten ebeveynler, gelecekte adalet ve barışla yoğrulmuş bir kültürün mirasçısıdırlar.

Sözün ve düşüncenin temizlendiği yerde davranışlar da arınır, ilişkiler de insani bir boyuta yükselir.
Eğitim, yalnızca bilgi aktarmanın değil, insana insan olduğu için değer vermeyi öğretmenin en güçlü aracıdır.

Okullar; eleştirel düşünmeyi, sorumluluk almayı, özgürlük ve saygı dengesini öğrettiğinde, çocuklar birbirlerine düşman olmak yerine yoldaş olur. İnsan haklarını bilen, kadın-erkek eşitliğini özümseyen nesiller yetiştirmek; şiddetin ve önyargının en köklü panzehiridir.

Kültür ve sanat ise toplumsal hafızanın aynasıdır. Edebiyat, müzik, sinema ve sahne sanatları; kadının, çocuğun ve doğanın onurunu savunan bir anlatı geliştirdiğinde, toplumun bilinçaltındaki eski ve hoyrat kalıplar çözülür.

Bir şarkı, bir roman, bir sahne; tek başına kanunların yapamadığını yapabilir: kalpleri dönüştürebilir.

Ve nihayet adalet, bu dönüşümün mihenk taşıdır. Adaletin terazisi gerçekten eşit tarttığında, hiçbir kimlik, hiçbir cinsiyet, hiçbir zenginlik ya da güç üstünlüğü gözetilmediğinde; toplum nefes alır, vicdan rahatlar. Çünkü adalet yalnızca mahkeme salonlarında kalmadığında, evde, okulda, işyerinde, sokakta hissedildiğinde anlam kazanır.

İşte o zaman, “erkeklik” veya “kadınlık” kimliğiyle değil; “insanlık” kavramıyla bir araya gelmek mümkün olur. O zaman cümlelerimiz yaralamaz, şarkılarımız utandırmaz, geleneklerimiz yarım bırakmaz. Ve o zaman gerçek erdem, başkalarını aşağılamak yerine birbirimizi onurlandırmakta bulunur.

Nihayet bir sabah uyandığımızda, hiçbir çocuğun korkuyla gözlerini açmadığı, hiçbir kadının kimliğinden utanmadığı, hiçbir erkeğin sevgisini gizlemek zorunda kalmadığı bir dünya hayal edin.

Orada cinsiyet yerine insanlık, tahakküm yerine merhamet, hoyratlık yerine zarafet konuşuyor. Eğitimle, kültürle, sanatla ve adaletle büyümüş bir toplumun içindeyiz artık. Seslerimiz birbirine yara değil, şifa oluyor. Çünkü biz, bir gün gerçekten insan olmayı öğrenmişiz; ve işte o gün, insanlık tarihinin en güzel sayfası açılıyor.

Ve biz, tam da bugün, insanlığın en parlak çağını başlatacak cesareti içimizde bulduğumuzda; merhamet, adalet ve vicdanla örülü bir dünyayı yalnızca hayal etmeyecek, onu hep birlikte inşa edeceğiz…
Sevgi, saygı ve kalbî muhabbet ile…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.