Vefâ ve sadakat… İki kelime, fakat insan ruhunun derin koridorlarında koskoca iki âlem. Birbirini tamamlayan iki sessiz sütun.
Biri eksik olsa diğeri sallanır, biri göçse diğeri ışığını yitirir.
İnsan kalbinin derin katmanlarında saklı duran bu iki haslet, hayatın tüm safhalarına sessizce nüfuz eder.
Yeri gelir bir bakışta hissedilir, kimi zaman bir sükûtun içinde saklanır, kimi zaman da bir ömrün bütün yükünü tek başına taşır.
Vefâ, bir hatıranın unutulmadığı niyet; sadakat ise o hatırayı sırtlanıp ömrün sonuna kadar taşımayı hedefleyen kudrettir.
Vefâ olmazsa sadakat başıboş kalır; sadakat eksikse vefâ… Göğe bakıp dağınık bulutların peşine takılmış bir rüzgâr gibi savrulur.
Bu iki haslet, birbirinin nefesidir; biri soluk almadan diğeri yaşam bulamaz.
Sadakat yüreği yakmamışsa, yüreğin içinden geçmemişse eğer, dile yapışmış riyâkâr bir kelime, takılıp kalan bir süstür sadece.
Sadakat acıtan bir ateştir… Yüreği yakar, sabrı sınar, kişinin kendi kendisiyle çetin bir hesaplaşmaya girmesine sebep olur.
Dilden kolay geçer ama gönülden geçerken insanı sınar; eğer o ateş içten içe kavurmuyorsa, sadakat de bir yalandan ibarettir.
Vefâ bazen bir bekleyiştir, bazen bir duruş, bazen de sessizce bir kapıda açık bırakılmış umut.
İnsan kalabalıklar içinde yalnızlaşsa da vefâsı varsa ayakta kalır. Zira vefâ, insanı kendisine bağlayan, kendini unutturmayan bir iç rehberdir.
Vefâsı olan kişi kıymeti bilir, kıymet verdiğini de unutturmaz.
Her insan, kendi iç dünyasında bir hatıra ırmağı taşır. Akan su kimi zaman coşar, kimi zaman durulur, kimi zaman bulanır.
O ırmakta yüzüp yüzmemeyi, suyun yönünü değiştirmeyi belirleyen şey ise vefâ ve sadakattir.
Bir insan eskiye vefâ duyuyorsa geçmişiyle barışıktır; sadakat gösteriyorsa yarına umutla bakabilir.
Vefâ, insanı köklerine bağlayan kadim bir sestir aslında. “Ben seni unutmadım” der o ses, “Üzerinden yıllar geçti ama sen bende hâlâ yerini koruyorsun.”
Sadakat ise “Ben buradayım” der, “Bırakıp gitmedim, yüzümü başka yerlere çevirmedim, rüzgârlar beni başka sahillere sürüklemedi.”
Her hatıra, hafızanın kıyısında durup insandan bir şey ister. Ya bir sadakat ya bir vefâ.
İnsan hangisini verirse, o hatıra ona göre şekillenir. Kimi hatıra ışığa kavuşur, kimi karanlığa gömülür.
Vefâ ve sadakat zamanla imtihan edilir. Zaman öyle bir pusattır ki insanı en çok buradan yaralar.
Bugün verdiği sözü yarın tutamayan nice gönüller vardır. Bir gün bağlılık gösterip ertesi gün o bağlılığı unutanları hayat hep kaydeder; çünkü sadakat kolay değildir, vefâ kolay değildir.
Sabır ister, dirayet ister, gönül ferahlığı ister. Kimi insan vefânın ağırlığını taşıyamaz; gönlünde bağ kurar ama bağı koruyamaz.
Kimisi sadakatin anlamını bilir ama onun gerektirdiği fedakârlığı sırtına yükleyemez.
Oysa bu iki haslet, zamanın önünde eğilmeyen bir irade ister.
Bir insanın içi sadakatle yoğrulmuşsa ne rüzgâr onu savurabilir ne de zaman onu eksiltebilir.
Vefâ da öyledir… Kökü derinlere inmiştir, kolay kolay söküp alınamaz.
İnsanın gönlü bir çınar gibidir aslında. Dallarında hatıralar, gölgesinde sevdiklerimiz, köklerinde bizi biz yapan değerler barınır.
Bu çınarın suyu vefâdır, toprağı sadakat.
Susuz bir çınar kurur, köksüz bir çınar devrilir.
Bu yüzden bir gönül ancak bu iki hasletle ayakta kalır.
Bazen bir sözün ardında durmak sadakattir; bazen de geçmişte yapılan bir iyiliği unutmamak vefâdır.
Bazen hiç konuşmadan yan yana durmak, bazen de “Ben buradayım” demek.
İnsan, kalbinde bu iki hasleti taşıyorsa karanlık geceler bile aydınlık gelir ona.
Ve insan, insanın yurdudur…
Vefâsızlık insanın içinde derin bir boşluk bırakır.
Hani bazen sebepsiz yere içimize çöken bir sızı olur ya; sebebi çoğu zaman budur.
Bize gösterilmeyen vefânın, bize verilmemiş sadakatin sızısı.
Sadakatin olmadığı bağlar kendi ağırlığını taşıyamaz; vefâsız dostluklar solgun bir yaprağa döner.
İnsan, insana yurt olamaz.
Oysa insanın yurdu yine insandır.
Bir tebessüm, bir hatırlayış, bir arayış, bir hâl hatırı… Bunlar bazen en büyük sadakat göstergesidir.
Ve bazen vefâ, yalnızca bir cümlede saklıdır:
“Unutmadım.” der.
Bazen sadakat sadece bir duruştur:
“Yanındayım.” der.
Vefâ ve sadakat, kalbin taşıdığı en ağır yüklerden biridir ama aynı zamanda insanın en büyük şerefidir.
Bu iki haslet olmadan kurulan bağlar çürük olur, hızlı kırılır, kolayca çöker.
İnsan güçlü görünür; fakat içindeki vefâ eksikse rüzgâr onu çabucak savurur.
Bir söz vardır: “İnsan sevdiğine sadakat, sevildiğine vefâ gösterir.”
Bu sözün içinde büyük bir hakikat gizlidir. Çünkü sevgi bile bu iki haslet olmadan nefesini koruyamaz.
Sevgiyi ayakta tutan şey sözdür, duruştur, yürekle verilen bir teminattır.
Her insan bir gün şu soruyla sınanır:
“Neye sadık kaldın?”
“Kime vefâ gösterdin?”
Bu sorunun cevabı, insanın ömründe tuttuğu bütün hesapların üzerindedir.
Fakat en güzel tarafı şudur ki; vefâ ve sadakat gösteren insan kaybetse bile onuruyla kaybeder, yense de zarafetle yener.
Çünkü vefâ da sadakat de insanın gönlünün sızıntısız bir aynasıdır.
Vefâsı olan kişi unutulmaz; sadakati olan insan yalnız kalmaz.
Dünya değişir, zaman değişir, insanlar gelir geçer; fakat içtenliğiyle yaşayanlar, sözüyle duranlar, gönlüyle taşıyanlar hep hatırlanır.
Ve yolun sonunda kalbi huzura çıkaran şey, insanın bu iki hasletle yürüdüğü yoldur.
Çünkü insanın gerçek yurdu, içinin temiz kaldığı yerdir.
Ve en güzeli… Vefâ ve sadakatle yürünen yol, sonunda kalbi huzura çıkarır.
Çünkü insanın gerçek yurdu, içinin temiz kaldığı yerdir.
İstemem vefasız geçen bir hayatı,
İğrenirim, utanırım, yer ile yeksan olurum.
Yıkar, tarumar ederim altıma konsa da o tahtı
Ben, vefanın çoğaldığı yerde aşk bulurum…
İstemem sadakati olmayan bir yüreğe, dokunmam,
Tutunacak bir dalı olmaz, dökülür avuçlarımdan.
Ve asla böyle bir kalbin gölgesinde durmam,
Çünkü sadakat isterim, sözüne sahip çıkanlardan
Kalbî duâ, bâkî muhabbet ile…
İnsan hayatını şekillendiren en önemli iki unsur. Sadakat ve vefa.
Çok güzeldi efendim. Tebrik ediyorum