Son dönemde etrafıma bakıyorum da ortalık kibir abideleri ile dolmuş. Hasbelkader geldikleri mevkileri ömür boyu kalıcı sandıklarından kime caka satacaklarını bilmiyorlar. Sevgili büyüğüm, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım, gururlanmayın sizden büyük Allah var.. Bir gün o koltuğu altınızdan bir çekerler nereye düştüğünüzü anlamazsınız bile.. Sonuçta hepimizin gideceği yer 2 metre karelik bir yer. Giderken de götüreceğimiz tek […]
Son dönemde etrafıma bakıyorum da ortalık kibir abideleri ile dolmuş.
Hasbelkader geldikleri mevkileri ömür boyu kalıcı sandıklarından kime caka satacaklarını bilmiyorlar.
Sevgili büyüğüm, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım, gururlanmayın sizden büyük Allah var..
Bir gün o koltuğu altınızdan bir çekerler nereye düştüğünüzü anlamazsınız bile..
Sonuçta hepimizin gideceği yer 2 metre karelik bir yer.
Giderken de götüreceğimiz tek şey 2 metrelik patiska..
O yüzden kimseye tepeden bakmayın, makam ve mevkinizin hakkını verin. Kimseye de yetim hakkı yedirmeyin..
Size Sinan Çalışkan’ın “Ey Kibir Abidesi” isimli şiirini armağan ediyorum:
Ey şeytanın prensi Ey kibir abidesi,,
Bu ektiğin tohumlar, tefrikanın fidesi,
Öyle görünüyor ki, iblise dost olmuşsun,
İblisin tek kibirdir, bilinen sabitesi.
Sahi biliyor musun, Allah senden büyüktür,
Senin varlığın bile, insanlık için yüktür,
Tarih de bilmiyorsun, bilseydin ders alırdın,
Farkında ol bastığın tüm zeminler çürüktür.
Nefsin doymak bilmiyor, sürekli kabarıyor,
Ölümü bile bile, hala neyi arıyor,
Nice ölmem diyenler, yer ile yeksan şimdi,
Bu üstten bakışlarla, kalbiniz kararıyor
Nemrutlar Firavunlar, nerede diye sorsam,
Benimle uğraşırsın, sana kafayı yorsam,
Ne Allah’tan korkun var, ne kulluktan nasibin,
Ölüm anında bile, dersin nerede parsam.
BEN KAZATACI OLACAM ABEY!
Bu yazıyı gazetemizin ikinci sayısında kullanmıştım. Ancak günün önemine binaen yeniden hatırlatmakta bir fayda olduğuna inanıyorum.
Bundan 20 yıl önce Anadolu Yakası Gazeteciler Derneği Genel Sekreterliği yaptığım dönemde, yaşadığı sıkıntılar yüzünden eşinden ayrılmış, intiharın eşiğinden dönmüş Gül isminde bir kadına dernekte iş vermiştik.
Zamanla bu kadıncağız diğer meslektaşlarımızın da maddi manevi desteğiyle kendini toparladı ve marka giysiler, ayakkabılar giyinmeye başladı.
Aradan 7-8 ay geçtikten sonra bir gün Gül benim karşıma geldi ve “Ismayıl Abey ben de kazatacı olacam” dedi.
Ben şaşkın şaşkın “Ne olacan ne olacan?”
Gül “Kazatacı olacam abey” diye yineledi.
“Kızım sen önce gazete demesini öğren sonra kazatacı olursun” diyerek işinin başına dönmesini söyledim.
Düşünün bu kadıncağız daha bizi arayanların isimlerini bile dernek ajandasına doğru düzgün yazamıyordu.
Neyse bu kadın bir süre sonra işten ayrıldı ve hakikaten yerel bir gazetede çalışmaya başladı.
Şimdi bakıyorum da Kartal’da bu kadının bir iki tane benzeri kendince “kazatacı” olmuş, sağdan soldan reklam topladıkça kendilerini bir halt sanmaktalar..
Sosyal medya paylaşımları bile facia olan bu arkadaşlara tavsiyem, bol bol günlük gazete ve kitap okumaları, kendilerini geliştirmeleri..
Belki bugün sırtınızı dayadığınız kişi ve kurumlar sizi ihya edebilir, ancak devir değişirse bir kaç ay içinde silinir gidersiniz.
Sevgili “kazatacılar” bu meslekte her şey para kazanmak değildir.
Yarın bir gün gerçek bir meslek grubuna dahil olduğunuzda sizi maskara yaparlar benden söylemesi…
VE BİR FIKRA
Hırsızın hiç mi suçu yok?
Bir gün Nasreddin Hoca’nın evine gece hırsız girer, evde ne var ne yok götürür. Sabahleyin komşuları toplanır, Hocaya sorular ile yüklenirler.
– Hocam yoksa kapıyı açık mı bıraktın?
– Hocam şu eski pencereleri değiştir diye sana kaç defa söyledik.
– Bir köpek alsaydın, böyle olur muydu?
– Hocam o kadar sesi duymayacak kadar nasıl derin uyudun?
Nihayet Nasreddin Hoca dayanamaz ve “Yahu tamam, iyi güzel de kabahatin tümü benim mi? Hırsızın hiç mi suçu yok?” der.