Geçtiğimiz günlerde bir mağarada metan gazı nedeniyle 12 Mehmetçiğimizi daha kaybettik..
Bir şehit üsteğmeni ararken gelen bu haber, Tüm Türkiye’nin yüreğini dağladı..
12 ocağa birden ateş düştü, 12 aile karanlığa gömüldü, 12 yürek sonsuza dek eksildi..
Tüm Türkiye ağladı dedik ama bazıları için hayat hiç değişmedi; sosyal medyada şarkılar, çiçekler, kahve fotoğrafları hız kesmeden paylaşıldı..
Bir ülke yasa boğulurken, bir kesim sanki başka bir dünyadaymış gibi davrandı..
Şimdi sormak istiyorum: Biz ne zaman bu kadar hissiz olduk?..
Ne zaman bir annenin feryadına kulak tıkayacak kadar yabancılaştık bu topraklara?..
O mağaradaki asker sizin kardeşiniz olsaydı, yine aynı umursamazlıkla paylaşım yapar mıydınız?..
Evet, hayat devam ediyor; ama bazı günler vardır ki susmak gerekir..
Bazı acılar vardır ki insanı durdurur, insana insan olduğunu hatırlatır..
Ama belli ki o eşiği çoktan geçtik; acıya bile gözümüzü kapar olduk..
Sosyal medya her şeyi normalleştirdi: Acıyı da, ölümü de, duyarsızlığı da sıradanlaştırdı..
Beğeniler uğruna gösterilen neşeler, birilerinin en karanlık gününe denk geldiğinde bile durmuyor artık..
Görmezden gelinen her acı, aslında bir sonraki felakete zemin hazırlıyor; ama bunu kimse fark etmiyor..
Şunu unutmayın: O mağaradaki 12 asker sadece birer isim değil..
Onlar bu topraklar için can veren, hepimizin evladı olan kahramanlardı..
Ve o mağarada sadece 12 asker değil, vicdanımız da nefessiz kaldı..
Her zaman söylediğim bir şey var: Eğitmeden Türk insanına sosyal medya hesabı açmamak lazım..
Hatta 18 yaşından önce, asla sosyal medya hesabı açmamak lazım..
Çünkü bu kadar sorumsuzca paylaşılan içerik, sadece görgüsüzlük değil, insanlığa karşı da büyük bir saygısızlıktır..
Ve bu saygısızlık büyüdükçe, birlikte yaşamanın anlamı da yavaş yavaş yok olur..
Aslanı öldürmek!..
Geçtiğimiz günlerde bir haber okuduk ve izledik..
Manavgat’ta hayvanat bahçesinden kaçan bir aslan, bir çiftçiyi yaraladı ve sonrasında vatandaşlar tarafından av tüfeğiyle vurularak öldürüldü..
Şimdi siz bu aslanı doğal topraklarından koparıp getireceksiniz, onun sırtından izlemeye gelenlerden para kazanacaksınız..
Ama ihtiyacı olduğu kadar beslemeyeceksiniz, aç bırakacaksınız..
Sonra o hayvan tutulduğu yerden kaçacak, doğal yapısı gereği bir insana saldıracak, siz de onu öldüreceksiniz..
Peki bu olayda kim suçlu?
Aslanı doğal ortamından ayıran insanoğlu mu? (!)
Karnını doyurmaya çalışan aslan mı?
Ona bakamayıp kaçıran görevliler mi?
Yoksa özüne uygun olarak bayıltıcı iğneyle etkisiz hale getirmek yerine, av tüfeğiyle öldüren mi?
Ya da hepsi mi?
Kafese konulan her vahşi hayvan bir gün ya öfkelenir ya da aç kalır..
Ve o zaman içgüdü kazanır, kafesler değil..
Çünkü doğası elinden alınan her canlı bir gün geri almanın yolunu arar..
Şimdi soruyorum: Bir aslanı doğasından koparıp beton duvarların içine hapsetmek gerçekten “eğitim” ya da “eğlence” mi?
Küçücük alanlarda dönen hayvanları izlemek bize ne öğretiyor, ne katıyor?
Ve en önemlisi: Aslanın yaptığı vahşet mi, yoksa onu bu noktaya getiren düzen mi?
Ve son edindiğim bilgiye göre; geçtiğimiz yıl bir Afrika ülkesinden bu aslanı istemişler..
Bizim yetkililerin verdiği yanıt ne biliyor musunuz?..
“Hayır efendim, veremeyiz; çünkü biz o aslana iyi bakıyoruz..”
Maalesef çok iyi baktığımız için, vurarak öldürdük hayvancağızı!..
Hep soruyoruz ya, doğa insana mı emanet, insan doğaya mı?..
Bu sorunun cevabını bulamadığımız sürece, başka aslanlar da ölecek, başka kafesler de kırılacak..
Ama belki de asıl kırılması gereken, bizim bakış açımızdır..