Olaylara nasıl baktığımız ve onları nasıl yorumladığımız iç konuşmalarımızı yani düşüncelerimizi oluşturur. Düşüncelerimiz duygularımızı ve duygularımız ise davranışlarımızı oluşturur. Her şey siyah ya da beyaz mı? Griler yok mu? Eğer yaşantımızda esnekliklere yer vermiyorsak her şey bizim için “mutlak” ise hayatımızda ya hep ya hiç düşüncesinde olduğumuzu gösterir. Peki bu gerçekçi bir düşünce tarzı mıdır? […]
Olaylara nasıl baktığımız ve onları nasıl yorumladığımız iç konuşmalarımızı yani düşüncelerimizi oluşturur. Düşüncelerimiz duygularımızı ve duygularımız ise davranışlarımızı oluşturur.
Her şey siyah ya da beyaz mı? Griler yok mu?
Eğer yaşantımızda esnekliklere yer vermiyorsak her şey bizim için “mutlak” ise hayatımızda ya hep ya hiç düşüncesinde olduğumuzu gösterir. Peki bu gerçekçi bir düşünce tarzı mıdır?
Örneğin; sürekli derslerinden 100 alan öğrencinin bir dersten 95 aldığı için kendini başarısız olarak nitelendirmesi ne kadar gerçekçi bir düşünce tarzıdır. Ya da sıfır hata ile yapılabilecek işler var mıdır? Mükemmel yaptığımız bir yemeğin her zaman aynı mükemmellikte olması mümkün müdür? Mükemmeli yaratmaya çalışmak ya hep ya hiç düşüncesinden kaynaklı ve abartılmış beklentilerimize yol açar. Bu abartılı beklentilerin ve algıların karşılanması gerçeklerle örtüşmediğinden devamlı bunalımda hisseder ve mutsuz oluruz. Dolayısıyla hayatımızda siyah-beyaz kadar net sınırlar yerine grilere de yer açmamız kendimizi daha iyi hissetmemizi kolaylaştırmaz mı?
Aşırı genelleme yapmak duygularımızı nasıl etkiler?
Örneğin; birkaç iş başvurusu yaptınız ve reddedildiniz. Bunun sonucunda ben asla iş bulamayacağım diye düşünmek aşırı genelleme yapmaktır. Oysa ki biliyoruz ki birçok başarı hikayesi birçok reddedilmeyi de için de barındırmaktır. Ya da birkaç işimiz yolunda gitmedi diye benim işim hiçbir zaman yolunda gitmeyecek diye genellemek ne kadar gerçekçi olabilir ki?
Tam da burada benim hep dile getirdiğim ve inandığım” Hayat bir yoldur ve bu yolda engebeler, inişler, çıkışlar, tepeler, çukurlar vardır. Bazen tökezleyip düşebiliriz bu gayet normaldir ancak asıl önemli olan düştüğümüz yerden kalkmayı becerebilmektir.” Eğer düştüğümüzde genelleme yaparak hep kendimizi düşmüş görüp çaresiz hissedersek kalkmak için de hiçbir çaba göstermemiş oluruz.
Peki ya olumsuz etiketleme?
Aşırı genellemenin daha ileri bir şekli kendini etiketlemektir. Yani; hatalarımıza dayanarak kendimizi tamamen olumsuz bir biçimde yargılamaktır. En ufak bir hatada bile “ben aptalın tekiyim” demek bir etiketlemedir. Örneğin; birçok işinizde başarılı olmanıza rağmen en ufak bir başarısızlıkta” hata yaptım” diyerek ders çıkarmak yerine “ben işe yaramazın tekiyim” diyerek kendini etiketlemek ne kadar gerçeğe uygun olur. Etiketleme hem yıkıcı hem mantık dışıdır. Kendimize acımasızca davranma biçimidir. Aynı zamanda kendi dışımızdaki insanları da olumsuz bir biçimde etiketlersek hoşumuza gitmeyen davranışına “işe yaramaz herifin teki”, “lanet olası” gibi yargılarda bulunup etiketlersek o kişiye karşı düşüncelerimiz duygularımıza ve davranışlarımıza yansır. Bu da ilişkilerimizi olumsuz etkilemez mi?
“Aslında hiçbir şey, iyi ya da kötü değildir. Her şey, bizim onlar hakkında düşündüklerimize bağlıdır.” W. Shakespeare
aycicekvildan@gmail.com
www.vildanaycicek.com