Gömbece: Binboğa’nın Kalbinde Saklı Bir Huzur

Yayınlama: 13.10.2025
Düzenleme: 13.10.2025 08:45
A+
A-

Bazen bir köy, bir harita noktasından çok daha fazlasıdır.

Kimi zaman bir ses, bir koku, bir rüzgârda yankılanan hatıradır.

İnsan uzaklaşsa da, toprağıyla arasında görünmez bir bağ kalır, bir gün mutlaka geri çağıran…

Bu satırlar, işte o çağrının, bir dağın serin nefesinden gelen hatırası, Gömbece’nin sessiz sabahlarına, Binboğa’nın vakur gölgesine bir selamdır.

Benim köyüm, Binboğa Dağları’nın serin nefesinin değdiği, yaylalarıyla gönül serinleten, sade ama vakur bir yerdir.

Sabahın ilk sessiz anlarında uzaktan bir inek çanı duyulur; horozun narası, tavukların gıdaklamasına karışır. Zaman burada başka türlü akar… yavaş, telaşsız, sanki her saniyesi bir şükürle örülmüştür.

Toprak yoldan yükselen toz, güneşle birlikte altın gibi parlar; bahçelerde nane, reyhan, kekik… Her biri ayrı bir bereket, ayrı bir hatıra kokar.

Gömbece; köy halkı arasında Binboğa’nın bu tarafına böyle denir, sanki dağın kalbine saklanmış bir sır gibidir. Eskiler, “Gömbece’nin yokuşundan yukarı” derken yalnız bir yolu değil, o serinliğin, o taşın bile bereketini anlatırlardı. Çünkü burada taş bile kanaatkârdır; toprağa, suya, insana dosttur.

Hava ne sıcaktır ne de soğuk; mevsim bile huzura uymuş gibidir. Rüzgârın bir terbiyesi vardır bu topraklarda, ne sert eser ne de susar. Her esintisi Binboğa’nın kadim bilgeliğini taşır; insanın içini ferahlatır, yüreğini dinginleştirir.

Köyün kadınları sabah ezanından önce kalkar, geceden mayalanan hamuru tandırın sıcaklığına teslim eder. Kömbe kokusu, köyün damarlarında gezen bir anı gibidir. Ellerine bezenen hamurda, yılların sabrı vardır.

Kimi yayığa oturur, taze sütü çalkalar; köpük köpük tereyağı, mis gibi çökelek çıkar ellerinden. Birbirlerine sabırla örülmüş bir zincirin halkaları gibidir. Biri yorgunsa, diğeri onun payını üstlenir. Dayanışma burada yaşamın en sade kuralıdır. Güneş doğmadan tandır başında, öğle sıcağında bağlarda, akşamüzeri yayık başında… her biri hayatın bir ucundan tutar.

Hem üretirler, hem gönül alırlar. Çünkü Gömbece’de yaşamak, hem el emeğiyle hem yürek emeğiyle var olmaktır.

Kış hazırlığı hiç bitmez bu köyde: salçalar kaynar, turşular dizilir, konserveler sıralanır. Ama hiçbir iş aceleyle yapılmaz; çünkü her emekte minnettarlık, her uğraşta huzur vardır.

Erkekler ise şafak sökmeden sürülerini otlağa çıkarır. Sabahın serininde tarlalara inerler; kimisi ekin biçer, kimisi yonca. Gömbece’nin erkeği bilir ki toprak, terle yoğrulmadıkça rızık vermez. Yüzleri güneş yanığı, elleri nasırlıdır ama bakışlarında derin bir sükûnet vardır. Onlar, Binboğa’nın sessiz vakarını taşır; bunu yük bilmezler, emanettir çünkü.

Rüzgâr ceviz dallarını okşarken, pınar başlarından çocuk sesleri yükselir. Henüz şehir gürültüsüne bulaşmamış, saf ve berrak seslerdir bunlar. Çıplak ayaklarla taş sokaklarda koşarlar, keçilerin peşine düşerler. Kahkahaları dağ yankısıyla buluşur. Büyüklerin her sözü onlar için bir nasihat ve bir öğreti gibidir. Çünkü burada büyümek, yalnızca yaş almak değildir; toprağı, dağı, insanı dinlemeyi öğrenmektir.

Dağların etekleri çamla kaplıdır; aralarına kuşburnu, sumak, karayemiş ve türlü şifalı bitki karışır. Tepelere uzanan bağlar, köyün bereketini taşır. Kayısı dalları çiçek açtığında köy bembeyaz bir buluta bürünür. Elma ağaçlarının kokusu, memleketin yüzünü hatırlatır insana.

Ve gece olunca, gökyüzü o kadar yakındır ki, insan elini uzatsa yıldızlara dokunacak sanır. Samanyolu’nun gümüş yolu Işık Dağı’nın yamacına iner; sanki gök, bu köyü diğerlerinden biraz daha fazla sever.

Kurbağaların su kenarındaki türküsüne, uzaktan bir çoban kavalı karışır. Sessizlik bile burada başka türlü konuşur; her ses, toprağın kalbinden gelen bir hatıradır.

Tan ağarırken uyanabildiyseniz eğer, Binboğa sizi güneşin gülümseyen hüzmeleriyle karşılar. O ilk ışık taş evlerin penceresine düşer, yavaşça her şeyi uyandırır. Köy bir şükür gibi uyanır sabaha.

Kangal köpekleri sürülerine yoldaş olmuş, vakur ve sessizdir. Koyunlar kuzularıyla, keçiler oğlaklarıyla oynaşır. Gömbece’nin sabahı, hem göze hem gönle şifadır.

Bu köyde gün batımı gökyüzüne değil, kalbe iner. Güneş dağların ardına çekilirken gökyüzü pembe ve morun binbir tonuna bürünür. Rüzgâr bile sükûnet taşır. Hayatın aceleye, gürültüye, gösterişe yer vermediği sade bir denge vardır burada.

Gömbece’nin insanı bilir ki, yaşam bir emek zinciridir; her el bir diğerine değmeden tamamlanmaz, her gönül komşusunun yüreğiyle birlikte atar. Akşam olunca herkesin içinden aynı dua yükselir: “Birlik daim olsun.”

Ben köyüme çok az gittim. Ne sokaklarını tam bilirim, ne her yüzünü. Fakat babam, uzak kalsa da o bağları hiç koparmadı. Her yaz tatilinde, bizi o dağların serinliğine götürürdü. Şimdi dönüp bakınca anlıyorum ki, belki ben Gömbece’yi yeterince tanıyamadım; ama Gömbece, babamın kalbiyle çoktan bizi tanımıştı.

Ve şimdi, o sessiz yamaçta bir emanetimiz var. Babam… yıllar önce çocukluğunun gölgesini bıraktığı o topraklara döndü.

Binboğa’nın rüzgârı, o sabah bizimle vedalaşırken öyle yumuşaktı ki, sanki dağ bile susmuş, sadece onu dinliyordu. Kuşlar alçaktan uçtu, güneş o gün biraz daha nazik doğdu.

Şimdi her sabah o yamaca ışık vurduğunda, sanki babamın tebessümünü görür gibi oluyorum.

Artık Gömbece, yalnızca bir köy değil benim için. Orası, babamın nefesinin, sesinin, varlığının toprağa karıştığı bir hatıra bahçesi.

Ona veda etmek, yüreğimin bir parçasını Binboğa’nın taşlarına, çamlarına bırakmak gibiydi. Ama bilirim; o huzurlu. Çünkü Gömbece, sonunda hepimizin döneceği en sessiz, en gerçek yuvadır.

Bu yazım, aslında bir “özlem haritası”.

Çocukluğumda birkaç yazla sınırlı kalan o köy günleri, yıllar sonra içimde bir vefa borcu gibi yeniden canlandı.

Gömbece’ye her gidişim, babamın sesini rüzgârda duymak, toprağın kalbinde onun izine rastlamak gibidir.

Belki yollarını hâlâ tam bilmem, ama bilirim: o köy, babamın kalbinden bize kalan en güzel mirastır.

Ve bazı köyler vardır; insanın çocukluğundan çok, ruhunun memleketi olur.

Gömbece, benim için tam da öyle bir yer, gitmesek te, gelmesek te Gömbece bizim köyümüzdür.

Bâkî muhabbet, selâm, duâ ile…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 3 Yorum
  1. Kudret Akay dedi ki:

    Keske benim köyüm de anlattığın gibi kalabilseydi, köylerin mahalle oluşundan bu yana koca koyde tek bir inek dahi yok, degirmende katiksiz ogutulen cuval cuval unlar yok, en kotusu mahalle olan koyumde okul yok, benim icin sadece özlem duyduğum anı olarak kaldi

  2. İsmet Bozkurt dedi ki:

    Yüreğine sağlık değerli kalemin. Bazı ıssız yerlerin sesi daha gür çıkar. Çünkü oranın saflığı ve maneviyatı güçlüdür. Selamlar

  3. Mehtap Yağmur Sarı dedi ki:

    Ruha emanet edilmiş bir köy, bu kadar güzel anlatılabilir… kalemine yüreğine sağlık…