Ben düşüncelerimi, insanların fikirlerini değiştirmek için paylaşmam.
Ben, kalabalığın içinde sessizce düşünenlerle göz göze gelebilmek, onların yalnız olmadıklarını hissettirmek için yazarım.
Bazen insan, kendi sesini başkasının kelimelerinde duyar.
Bir yabancının cümlesi, içimizde yıllardır susturduğumuz bir duyguyu uyandırabilir.
Benim için yazmak, bir yankı bulma çabasıdır; kendi iç sesimle başkalarının sessizliğini buluşturmak isterim.
Çünkü bilirim, bazen bir kelime bir omuz gibidir: Uzakta ama anlayan, sessiz ama güçlü…
Hayat; anlatıldıkça güzelleşen bir masaldır bana göre.
Kiminin hikâyesi uzun, kimininki kısa olur; ama bir ömrün değeri sayfalarının sayısında aranmaz, cümlelerinin anlamında saklıdır.
Bir masalı kıymetli yapan, sonunun mutlu ya da hüzünlü olması değil, yol boyunca kalbe dokunan anlarıdır.
Biz yaşarken fark etmeyiz, fakat her tebessüm, her kırgınlık, her susuş bir iz bırakır.
Bir gün dönüp baktığımızda o izleri birleştirir, kendi masalımızı okuruz:
“Evet,” deriz, “ben de yaşamışım.”
Saçımızın, gözümüzün, tenimizin rengi ne olursa olsun, hepimizin gözlerinden aynı yaşlar akar.
Acının rengi yoktur; gözyaşının dili, inancın ya da kimliğin ötesindedir.
İnsan dediğin, ne kadar farklı görünürse görünsün, aynı özden yoğrulmuştur.
Bir başkasının hüznünde kendi sessizliğimizi, bir yabancının gülüşünde kendi umudumuzu buluruz.
“O, hanginizin daha güzel davranacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 67/2) buyuruyor kutsal kitabımız.
Ve o an anlarız: Acı çekmemiş bir ruh, mutluluğun kıymetini bilemez. Karanlığı tatmayan biri, sabahın ışığını fark edemez.
Hani yine bir ayette geçiyor ya: “Zorlukla beraber elbette bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 94/6)
Hayat, sandığımız kadar planlı bir yol sunmaz bize.
Bazen büyük bir ciddiyetle yaptığımız hesaplar, kaderin küçük bir dokunuşuyla altüst olur.
Bir satranç tahtasında hamle sırası bizde sanırken, aslında çoktan başka bir oyunun içine dâhil olmuşuzdur.
Hayatın ritmi, bizim mantığımızla yürümez; görünmeyen bir uyumun, sessiz bir denge yasasının içinden akar.
Ne kadar plan yaparsak yapalım, rüzgârın yönünü belirleyemeyiz.
Bazen bir gecikme, bir kayıp, bir rastlantı… Hepsi birer sapma gibi görünse de hakikatte bizi asıl yere götüren gizli duraklardır.
Bazı kapılar bizim anahtarımızla açılmaz, zamanı geldiğinde aralanır.
Bazı insanlar duaların cevabı gibi gelir; bazıları ise sabrı öğretmek için.
Ve bazen, hiçbir şey anlamadığında bile, aslında hikâyenin tam merkezindesindir.
Mesele olan, hayatı planlamak mı?
Elbette ki onu her an yeniden okumayı, her hatanın içinden yeni bir anlam çıkarmayı bilmektir.
Zira kader bizi kandırmaz, bilakis büyütmek için şaşırtır.
Bir bakmışız, “hiç olmaz” dediklerimiz olmuş; “asla” dediğimizin içinde yaşam bulmuşuz.
İşte o zaman öğreniriz: Hayat, hesapla değil, nasiple yaşanır.
Hz. Mevlânâ’nın “Her şeyin bir vakti vardır; kalbinde olan da, nasibinde olan da seni bulur.” dediği gibi, her şeyin bir zamanı vardır.
Erken gelen mutluluk eksik kalır, geç gelen acı ise sabrı öğretir.
Nasip dediğimiz şey, sadece alın yazısı olarak görülmez; aynı zamanda kabullenişin, teslimiyetin ve şükrün adıdır.
Bazı yollar biz seçmeden açılır, bazı insanlar biz unutmadan gider.
Ve her şey, sonunda olması gerektiği gibi olur. Ne erken, ne geç.
Tıpkı Peygamber Efendimiz’in: “Rızkın seni bulacağı kesindir; nasıl ki ölüm seni bulacaktır.” düsturunca, insan bunu kabullendiğinde, hayatın akışında bir huzur bulur.
Çünkü nasip, bazen bir tesadüf gibi görünür ama aslında tam vaktinde gelen bir cevaptır.
“Olur ki bir şey sizin için hayırlı iken siz onu hoş görmezsiniz; olur ki bir şey sizin için kötü iken siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216)
Belki de bu ayet-i kerimede anlamamız gereken, hayatın sırrının elimizde olmayanı istemekten vazgeçip, olanı sevmeyi öğrenmek olduğudur.
İnsan, her şeye rağmen yürümeye devam ettikçe olgunlaşır; kırıldıkça büyür, kaybettikçe derinleşir, affettikçe hafifler.
Ve sonunda anlarız: Hayat, ne kadar yaşadığımızla değil, nasıl yaşadığımızla ölçülür.
Ne kadar hesap yaptığımızla değil, nasibimize ne kadar inandığımızla anlam kazanır.
Ve bazen, bir sabahın sessizliğinde, içimizdeki bütün fırtınalar dinebilir.
Ne aradığımızı, ne beklediğimizi bile unuttuğumuz bir anda, hayat usulca dokunur omzumuza.
Bir kuşun kanadında, bir çocuğun gülüşünde ya da ansızın çalan bir şarkıda “tamam” dedirten bir his belirir.
İşte o his, nasibin kendisidir.
Çünkü nasip, büyük mucizelerle olduğu gibi küçük ama derin anlarla da gelir.
Ve biz, çoğu zaman farkına bile varmadan o mucizelerin içinden geçeriz.
İnsan, her defasında yeniden başlamayı öğrendiğinde büyür.
Kaybettiklerinin yasını yaşamayı bırakıp, kalanlara tutunmayı seçtiğinde olgunlaşır.
Ve anlar ki hayat, kimseye tam vermese de herkese yeterince verir.
Kimi zamansız bir dostlukla, kimi bir vedayla, kimi de bir içsel aydınlanmayla…
Önemli olan, geleni yargılamadan kabul etmek; gidenin ardında şükranla durabilmektir.
Nitekim nasip, bazen bir başlangıçtır; bazen de zarif bir sonun adıdır.
Belki de insan, en sonunda şunu fark eder: Hayat, ne kadar bilirsek bilelim, bir sır olarak kalır.
Ve o sırrın en güzel tarafı, her gün yeniden yazılabilmesidir.
Belki de yazmak, kaderin en sessiz duası, görünmeyenle konuşmanın bir yoludur.
Bir kelime düşer kâğıda; bazen bir teselli gibi usulca dokunur bir kalbe.
Hiç tanımadığın bir yüreğe değersin; senin sustuğun yerden başlar okumaya.
Kimi satırlar zamanı aşar; bir sabahın sessizliğinde yeniden doğar.
Ve o an anlarsın: Söz, sahibini çoktan aşmış, kendi cümlende başkasının umudunu bulmuştur.
Tıpkı hayat gibi… Ne zaman, ne de nasıl olacağını bilmeden; ama her defasında, tam vaktinde, tam yerinde.
O hâlde ne demiştik: “Her şey nasiptir ve her nasip, vaktine esirdir.”
Biraz susuş, biraz sabır, biraz da içimizde gizlenen o teslimiyet…
Çünkü bazı cümleler kaderdir; bazı yazılar ve kalpten dökülen dualar…
Ve ben bilirim ki her kelime gibi, her hayat da nasibine yazılır.
Kimi gün dua olur, kimi gün sabır, kimi gün sessiz bir umut.
Lâkin her defasında bir anlam taşır. Zira nasip, bizi hep kendimize doğru götürür.
Ve orada, içimizde bir yerlerde, sessizce fısıldayan bir hakikat vardır:
Bazı yollar akılla, bazı yollar gönülle yürünür.
Ve hayat, hesapla değil; kalple, sabırla ve nasiple yaşanır.
Ve sonunda insan şunu fark eder:
Nasibin en güzel tecellisi, Allah’ın kalbimize fısıldadığı en sade “ol”dur.
Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir.
Kalbî duâ, bâkî muhabbet ile…
Yine her zamanki gibi insan ruhuna dokunan ve işte bende de bunlar var dedirten muhteşem bir yazı. Kutluyorum değerli yazarımızı.