Son zamanlar da “kaliteli yalnızlık” diye insansızlığa atfedilen bir söz duyar oldum sıkça. Yalnızlığı kendilerine kefen biçmiş insanların ” belediye kurslarına kayıt oldum, etkinliklere katılıyorum, kendime zaman ayırdım, daha çok kitap okudum, daha çok gezdim, özgürlüğün tadını çıkardım” gibi kalıplaşmış gerekçeler sahteliği ile ekarte etmeye çalıştıkları züğürt avuntudan ibaret bir saçmalık olduğunu düşünüyorum. Yediği darbelerden […]
Son zamanlar da “kaliteli yalnızlık” diye insansızlığa atfedilen bir söz duyar oldum sıkça. Yalnızlığı kendilerine kefen biçmiş insanların ” belediye kurslarına kayıt oldum, etkinliklere katılıyorum, kendime zaman ayırdım, daha çok kitap okudum, daha çok gezdim, özgürlüğün tadını çıkardım” gibi kalıplaşmış gerekçeler sahteliği ile ekarte etmeye çalıştıkları züğürt avuntudan ibaret bir saçmalık olduğunu düşünüyorum.
Yediği darbelerden sonra kabuğuna çekilen, her daim orada kalacağına inanan bir hâlet-i ruhiyeden kurtulamayıp bilakis daraldığı zamanlarda “ azıcık aşım, ağrısız başım” mazeretiyle kendini fermante eden ve geneli yalnızlıktan zevk aldığını zikreden insanların, kendi başına kaldıklarında, karşısına aynı fikir ya da hayat görüşünde, bir başka ifadeyle aynı frekansta biri çıktığında, yalnızlıktan koşar adım uzaklaştıklarına çok defa şahit oldum.
Basit düşünce sahipleri, karakter yoksunları ve irade hâkimiyetini kaybetmiş insanlar toplumda hatırlanmaya değer bir varlık olamazlar.
Buna mukabil, insan gurmeliği yapanlar yalnızlıklarını kamufle etmek için elit olduğunu düşünür, üstünlük taslar ve alttan almazlar. Bu tutarsız geçimsizlikleri onları yalnız bırakır lâkin onlar bunu da kaliteye yorarlar.
Arkadaşlık kuramamak gibi bir sorunun kalite sayılması ne kadar abesle iştigal.
Felsefi, tanımlarla süslenmiş yalnızlığın erişilmez hazzı iddiası, yaradılış olarak insanın fıtratına tamamen aykırıdır. Zirâ yalnız insan, susuz kalmış çorak toprak misâli kupkuru, ama suya kavuştuğu anda bağrını açıp onu kucaklar, içine hapseder.
Siz ne düşünürsünüz bilmiyorum ama benim kanımca bu felsefeyi güden zihniyetlerin “kaliteli insanlar yalnızdır” sözünün arkasına sığınıp, mecburî yalnızlıklarını perdeleyip kaliteyi kendi şahıslarına isnâd etme cüretidir.
Evet; mantık çerçevesinden bakınca ben kendi şahsıma, yalnızlığın kalite değil de, kalitenin yalnız olabileceği görüşündeyim doğrusu. Çünkü, aklım idrak ettiği yaşımdan bu yana gözlemlediğim, belleğimde yer tutan bahis, kaliteli insanların toplumda her zaman kabul gördüğü, vakar sahibi, onurlu ve saygın bir şekilde yer almış olmalarıdır. Bu insanların adı geçtiği vakit ya da anımsayıp hatırladığım da duygu ve düşüncelerim müspet cihetle meşgul oluyor, gönlümden bir bahar kokusu yayılıyor, içime yaz güneşi doğuyor ve yüreğimde o insana dair muhabbet deryası kabarıyor. Ve onu yâd ederken işte diyorum “o insan hakikaten kaliteli ve iyi bir insandı.”
Kaliteli insanlar, haksızlık karşısında dahi iyi niyeti değiştirmez, kin ve intikam hırsına kapılmazlar. İyilik kapılarıı dâima açıktır ve iyiliklerle meşgul olurlar ki bu onların hasseten olgunluk emaresidir. Zaten bunun aksi hâsıl olursa o insanların kemalâtından söz edilemez.
İşte tam bu noktada “kaliteli insanlar neden yalnızdırlar” sorusuna takılıyor zihnim. Sonrasın da kendi kendime “Çünkü ” diyorum, kaliteli insanlar prensiplidirler. Örneğin kişiliği oluşmamış şımarık insanlara tahammülsüzdürler. Bol maskeli sahte yüzlere hayatlarında yer vermezler. Özgürlüğü severler fakat sınırlarını da kendileri belirlerler. Ve kendileri gibi kaliteli olmayanların arkasında yürümezler. Mümkün mertebe kimseyle mübazerede bulunmaz, kurdukları cümleler yada herhangi bir platformda yapacağı paylaşımlarda dürüst, doğrucu fakat kırmadan, yumuşak bir üslupla ifade ederler düşüncelerini.
Bununla birlikte; takıntılı ve panik değildirler. Maddi gücü ile her şeyi elde eden, kibirlenen insanlara prim vermezler, pahalı hediyeler ya da lüks yaşantılar ilgi alanlarına girmez, kolay kanmazlar, çabuk inanmazlar, iltifatlar, övgüler cezbetmez.
Kaliteli insanları keşfetmek ve sahiplenebilmekte zordur. Ancak kalbinizle ya da karakteristik olgunluğunuz ile anlayabilirsiniz onları. Çünkü onlar büyük ölçüde maddiyatı değil maneviyatı düstur edilirler. Gönül insanıdırlar. Ve bunun karşılığı kalpleriyle nefes alır, hisleriyle yaşarlar.
Bazı şeylerin daha fazla ruhunu kaçırmadan tadında bırakmak onlar için daima önceliktir. Çünkü onlar için yalnız kalmak dünyanın sonu değildir.
Sanırım kendi nefsime sorduğum suâlin cevabını buldum. Şöyle fısıldıyordu:
Günümüzde birçok insan kolaya kaçtığı, çıkarları için yaşayıp menfaat doğrultusunda yer aldıkları için, kaliteli insanlar kendileri gibi düşünen, kendileri gibi yaşayan, sevgiyi ve saygıyı ön planda tutan, nefsine hâkim, zoru seven ve zorunluluklarını bilen insanlarla karşılaşamıyorlar ve yalnızlığı seçiyorlar.
Uzun lafın kısası; kalite, merhamet ve zerâfet ile doğar, zekâ ve cesâret ile büyür.
Bence gerçek kalite nedir biliyor musunuz? Gerçek kalite insanın özündedir; ne dinî inanç, ne dil, ırk, ne mesheb ne para-pul, ne şan -şöhret, ne görgü ne kültürel zenginlikte. Ayrıca makam, mevkî ve kesinlikle ne de markada…
Aslında her birimizin zekasında ve tutkusunda yatıyor ve bunun dışında tecrübe ile var edilen yaşanmışlıklar ve ölüm; tek hakikat büyük bir akademik derstir.
Kaliteli bir yaşam temennisiyle sevgiler…