İsim yalnızca bir ses değildir; mânâ, yön ve sorumluluk taşıyan sessiz bir emanettir.
Söylenen her isim bir anlamı çağırır, çağrılan her anlam insanın yürüyüşüne fark edilmeden eşlik eder. Bu yüzden isim koymak, rastgele bir tercih değil; ruha ve topluma bırakılan kalıcı bir izdir.
İsim, insanın varlık sahnesine attığı ilk imzadır. Doğumdan önce seçilir ama ömür boyu taşınır.
Bir ses olarak başlar; zamanla kimliğe, hatıraya ve anlam alanına dönüşür.
İsim, insanın dünyaya açılan ilk kapısıdır. Çağrıldığımız vakit dönüp bakmamız boşuna değildir. Çünkü isim, bir hitaptan öte, “sen” diye işaret edilen varlığın ta kendisidir.
İnsan ismiyle tanınır, ismiyle hatırlanır ve çoğu zaman isminin taşıdığı anlamla şekillenir.
Bu yönüyle isim, basit bir adlandırmanın ötesinde; yön veren, iz bırakan, kişiyi kalabalıktan ayıran güçlü bir aidiyet işaretidir.
Birine isim vermek, aslında ona bir anlam emanet etmektir. Güzel bir isim, içinde umut taşır; fark ettirmeden insanı o anlamın izinden yürütür. Anlamı güçlü, çağrışımı temiz bir isim sahibini iyiliğe, zarafete ve olgunluğa çağırır.
Buna karşılık karanlık, sert ya da olumsuz anlamlar barındıran isimler bu bağı zedeler. Zira insan, adını her duyduğunda o mânâyla yeniden karşılaşır; isim, kulağa fısıldanan ilk ve en sürekli cümledir.
Güzel isimler üzerine düşünürken, insanın yüreğine ağır bir sızı gibi düşen bazı örnekler vardır. Son günlerde adı sıkça anılan Tuğyan ismi de bunlardan biridir.
Güllü’nün kızı Tuğyan… Kelimenin mânâsı yalın ama yükü ağırdır: Taşmak, azmak, başkaldırmak, sınırı aşmak…
Kur’ân-ı Kerîm’de “tuğyân”; insanın haddini unutup kendini merkeze alması, ölçünün kaybolduğu, nefsin ipi ele aldığı hâl olarak karşımıza çıkar.
Böylesine sert ve uyarıcı bir anlamın, bir çocuğun adı olarak ömür boyu omuzlarında taşınması, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir meseledir.
Elbette isim tek başına kader değildir; fakat isim, insanın ruhuna her gün dokunan bir çağrıdır.
Tasavvuf ehlinin ifadesiyle insan, en çok tekrar edilen kelimeye benzemeye başlar. Bu yüzden isim, fark edilmeden ruhu yoğuran bir hamur gibidir; bazen dua olur yükseltir, bazen de ağır bir yük hâline gelir.
İsim aynı zamanda görünürlüktür. İsmi olan tanınır, hatırlanır; isimsiz olan kolayca silinir.
Bir insanın, bir eserin ya da bir düşüncenin kalıcı olmasının ilk şartı bir isimle anılmasıdır.
Bu yönüyle isim, toplumu bir arada tutan sessiz bağlardan biridir; geçmişten geleceğe uzanan kültürel bir köprü gibidir.
Tarih boyunca isimlerin bu sembolik gücü farklı örneklerle karşımıza çıkar. Firavun, taşkın gücün ve kibirin adı olmuştur; Nemrut zulmün simgesine dönüşmüştür. Buna karşılık Ömer denince adalet, Ali denince cesaret ve hikmet, Fatma denince zarafet ve iffet hatırlanır.
Batı kültüründe Grace lütfu, Hope umudu çağırır. Yüzyıllar geçse de isimler taşıdıkları anlamdan bütünüyle kopmaz; dolayısıyla isim, yalnızca sahibini değil, onu ananların zihnini de etkiler.
İslam düşüncesinde isim meselesinin özel bir yere sahip olması da bundandır. Hz. Peygamber (asm), anlamı kötü olan isimleri değiştirmiş; güzel, mânâlı ve umut taşıyan isimleri teşvik etmiştir.
Kur’ân’da geçen “En güzel isimler Allah’ındır; O’na o güzel isimlerle dua edin” buyruğu, ismin yalnızca bir sözden ziyade bir yöneliş olduğunu hatırlatır.
Tasavvufa tekrar dönecek olursak, isim aynı zamanda bir zikirdir; hatırlayıştır. Ancak mânâsı yanlış olan bir isim, yönün de şaşmasına sebep olabilir.
Sonuç olarak isim, kimlik kartına yazılan sıradan bir kelime değildir. İnsanın ruhuna, toplumun hafızasına ve kültürün derinliğine dokunan canlı bir anlamdır.
İsim koymak, rastgele bir tercih olmamalı; bir mühür, bir emanet gibi görülmelidir.
Güzel isimler insanı yükseltir, topluma ışık olur. Çünkü isim, söylendiği anda sesleniş olmaktan çıkar, bir yolu çağırır.
Ve insan, çoğu zaman hayatı boyunca o yolun izinden yürür.
Belki de bu yüzden her isim yeni bir başlangıç ihtimalidir.
Doğru seçilmiş bir isim, insanın önüne açılan gizli bir kapı, karanlıkta yakılan küçük ama sarsılmaz bir ışıktır.
İnsan, adını her duyduğunda yalnızca çağrılmaz; aynı zamanda hatırlatılır, toparlanır, yönünü yeniden bulur.
İsim, bazen düşenin elinden tutan bir dua, bazen yürüyenin yolunu aydınlatan sessiz bir işarettir.
Güzel isimler, sahibine yük değil, kanat olur; insanı kendi potansiyeline doğru çağırır. Bu çağrı bireyde başlar ama orada kalmaz; aileye, topluma ve geleceğe doğru yayılır.
Bir çocuğa verilen güzel bir isim, yalnızca bugünde kalmaz, yarını da iyiliğe davet eder. Bu yüzden her isim, umutla atılmış bir adımdır; her doğru isim, insanın içindeki iyiliği biraz daha görünür kılan bir imkândır.
Ve insan, adının taşıdığı mânâyı büyüttükçe, dünya da sessizce daha yaşanır bir yere dönüşür.
Selâm ve duâlarla…