Sonu olmayan bir yoldur hayat. Başımıza gelmesi imkansız gibi düşündüğümüz şeyleri yaşamakla geçiyor. Bazen bir şeyleri alıp götürüyor bizden, sımsıkı sarılsak da tutamıyoruz. Bazen de yaşamak istemediğimiz şeyleri sunuyor önümüze, gizlensek de, saklansak da kaçamıyoruz. Kaçmamalı da aslında. Yaşanan sorun ne olursa olsun kaçmamalı. Olayların karşısında birşeylerin arkasına saklanmamalı. Öyle ki yaşanılan zorluklar pes ettirebilir […]
Sonu olmayan bir yoldur hayat. Başımıza gelmesi imkansız gibi düşündüğümüz şeyleri yaşamakla geçiyor.
Bazen bir şeyleri alıp götürüyor bizden, sımsıkı sarılsak da tutamıyoruz. Bazen de yaşamak istemediğimiz şeyleri sunuyor önümüze, gizlensek de, saklansak da kaçamıyoruz.
Kaçmamalı da aslında. Yaşanan sorun ne olursa olsun kaçmamalı. Olayların karşısında birşeylerin arkasına saklanmamalı. Öyle ki yaşanılan zorluklar pes ettirebilir bizi. Kolay gelebiliyor bazen pes etmek çünkü… Kendimizi veya çevremizdekileri suçlamak, her şeyi bir sebebe yüklemek rahatlatıyor içimizi.
Dört elle sarıldığımız birçok değerlerimizin uğrunda, hakikatli bir insan gibi kalbimiz ve beynimizle yaşamayı feda ettiğimiz, sözde milyon mühim şeylerin ne kadar kolay fırlatılıp atılabileceğini de öğretiyor aynı zamanda.
Ve hayat anlaşılmayan bir uğraştır.
Dönüp maziye bakınca, sadece yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıklar vardır, karışık… Gelecek ise ancak yaşanarak anlaşılır…
Bu dünyanın gelip geçici olduğunu bilerek ölüm ile bir ayrılık ve ahirete irtihâl inancında olmalıyız. Bu sebeple ki; her an, her vakit iyi insan olmalı, insanlara karşı saygılı davranarak hakka ve hukuka riayet etmeli, şu fâni dünyanın boş işleri için birbirimizi üzmeden, üzülmeden yaşam sürecini güzelleştirmeliyiz.
Hayatın anlamı her insana göre değişebilir. Ama değişmeyen öyle kavramlar vardır ki hayatın anlamına anlam katan, bizi biz yapan ve hayattar olan diğer canlılardan ayıran kavramlar.
Bu yüzden hayattan beklentilerimiz, arzu ve isteklerimizin gerçekleşmesi mutlaka bir çabaya bağlıdır. Daima isteyen insanoğlunun da hareket gücünü azaltan, hayallerini daraltan düşüncelerden sıyrılıp gayret ve çabada, sebat ve süreklilik göstermesi kendi kurtuluşunu sağlar.
Yaşamımız boyunca bir çok sevindirici veya üzücü olayla karşılaşabiliriz. Fakat bunların etkileri sürekli değildir. Ama kör bir inatla bu etkilere dayanarak, hayat felsefesine dalmak ruhumuzu bunalıma sokar, iç dünyamızı gölgeler.
Bir gün babamla, yaşamış olduğum bir hadisenin kritiğini yapmış, bu duruma istinâden rahatsızlığımı dile getirmiştim. Babamın bana kurduğu cümle şu oldu “Dön içine kızım. Vicdanen kendini arındırabiliyorsan rahat ol” ve şu şekilde devam etmişti “İnsanlar muamma yaratılmış canlılardır. Söze gelir, göze gelir, gaza gelir, oraya gelir, buraya gelir. Vel-hâsıl nedense bir türlü kendine gelmez. Onun için sen, aynaya baktığın vakit içinde gördüğün senden rahatsız olmuyorsan huzur orada…”
Yaşayış amacımız, hayatın bize sunduğu şartlara göre uyum sağlayarak kolaylaştırmak olmalı. Gereksiz şartlar ve kuralcı olmak yaşamımızı zorlaştırır ayrıca ve hayatı çekilmez hale getirir.
Çok da irdelememek lazım hayatı, sorgulamamak, sorun çıkaracak bir nedeni araştırmamak.
Bazen es geçmeli bir takım şeyleri, sevdiğimiz bir eşya, değer verdiğimiz bir insan varsa karşımızda, bir seferlik göz ardı edebilmeli.
Diyorum ki, çocuk gibidir hayat, oyalamak gerekir onu. Her dakikasında bir oyun oynar bizimle ve insan; bu oyunlarla başa çıkabileceği alternatifler üretmeli. Daima uyanık tutmak için hayatla güzel vakit geçirebileceği oyunlar geliştirmeli.
Ve geldiği gibi yaşanmalı hayat, geldiği gibi misafir olmalı bizde. Bırakın fincanlarınız takım olmasın, her biri ayrı bir desen, farklı modellerde ve başka renklerde olsun. “Olduğu kadar, olmadığı kader” ilkesince kasmayın kendinizi.
Çok sevdiğiniz vazonuz mu kırıldı ? Kırılsın… Şunu söyleyebiliriz “benim için kıymetliydi, değer verdiğim birinden hatıraydı” olsun, kalbinizde yaşatın, kalbinizde taşıyın. Onun varlığını kalbinizde hissedin.
Yıllarca tuz ekmeğinizi paylaştığınız arkadaşınız bir anda kessin sizinle tüm ilişkisini, koparsın bağlarını. “Neden, niçin, ne oldu ki ? “ sorusunu sormayın kendinize, dert etmeyin. Siz olduğunuz gibi kalın olmanız gerektiği gibi olun. Dönüp kendi içinize eğer ki vicdanınızda bir olumsuzluk bir rahatsızlık hissetmiyorsanız rahat olun. Zihninizi meşgul eden, yüreğinize ağır gelen ne varsa çıkarın hayatınızdan. Duygularınızı yıpratmayın, yormayın düşüncelerinizi. İnanın kişilik ölçülerinizi ancak bu telkinlerle koruma altına alabilirsiniz.
Hayatımızı nasıl geçirdiğimiz çok önemli. Yaşamı kaliteli ve mutlu bir hale getirmek ise tamamen bizim elimizde. Biz mücadele eder, zevk aldığımız ve başarıya ulaştığımız işler yaparsak hayatımızı da dolu dolu yaşamış ve anlamlandırmış oluruz. Bu nedenle her zaman bardağın dolu tarafından bakmalı, olumlamalı ve dünyayı büyük bir nimet, hayatı ise bize sunulmuş bir armağan olarak görüp hakkını vererek, gerektiği gibi yaşamalıyız.
Hâsılı; değerini bilmek lâzım şu kısacık hayatın. Yağmur altında ıslanmanın, güneşte gölgenin, gece karanlığında yıldızları seyretmenin tadını çıkarabilmeli ve yaşamanın, aldığımız ve verebildiğimiz her nefesin ve hâlâ beden dediğimiz cesette varlığı ile hayat bulduğumuz ruhun değerini bilmeli… Unutmamalı ki; bir tekrarı daha yok, ertelememeli hayatı ve küçücükte olsa bir yaşanma ihtimali olan beklentileri…
Çünkü hayat insana, insan hayata dair tüm yaşamlara ait.
Sevgi ve muhabbet ile…