Ömür Gibi Ölüm de Hayr ile…

Yayınlama: 19.12.2024
A+
A-

Ölüm ve yaşam; insan varoluşunun en temel gerçekleridir ve her ikisi de birbirine zıt gibi görünse de aslında derin bir ilişki içindedir ve sıkı sıkıya bağlıdır.

Yaşam, ölümün bilinciyle daha anlamlı hale gelirken, ölüm de yaşamın doğal bir parçası olduğunu kabul etmek gerekir. Ölüm korkusu insanı harekete geçiren bir güçtür ve aynı zamanda yaşamın her anını değerli kılan bir hatırlatıcıdır. Bu iki kavramın derinlemesine anlaşılması insanların varoluş gayesinin merkezinde yer alır, hayatı daha kaliteli, bütüncül bir şekilde deneyimlemesine katkıda bulunur.

Ve ölüm; ne olduğunu bilmediğimiz ama varlığına inandığımız, her canlının hayatının son bulduğu biyolojik bir süreçtir. Ancak ölüm sadece fiziksel bir sona işaret etmez onun ötesinde derin sessizlik ve psikolojik anlamlar taşır. Ölümün kesinliği insan hayatına bir sınır çizer ve yaşamın geçiciliğini ortaya koyar.

Ölümle ilgili düşüncelerimiz hem korku hem de kabullenme duyguları getirebilir, başka bir âlemde farklı bir boyutta devam edeceğini savunur.

Ölümün kaçınılmazlığı insanları hayatın her anını kıymetli görmeye yönlendirir. Nitekim Lokman Suresi 34. Âyeti Kerîme’de “Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini bilemez.” ifadesiyle varoluşun sınırlı olduğunu bilmek bireyleri daha bilinçli kararlar almaya, daha derin ilişkiler kurmaya ve hayatın sunduğu fırsatları değerlendirmeye teşvik eder niteliktedir.
Birçok insan hayatının bir noktasında ölüm gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalır. “Her can ölümü tadacaktır. Kıyamet günü mükâfatlarınız tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete gönderilirse, o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı aldatıcı bir metâdır.” (Âl-i İmrân sûresi, 185) ayetinde bildirildiği üzere ölümün kaçınılmazlığını kabul etmek insanın hem kendisi hem de sevdikleri için huzur verici bir deneyim olabilir. Hayatın bir parçası olarak kabul edildiğinde insan yaşamı daha doğal bir süreç olarak algılar ve bu süreçle barışık kalabilir.
Ölümle yaşam ilişkisine baktığımız vakit, evreninin yaratıldığı andan itibaren bugüne kadar en derin, en karmaşık ve en evrensel sorularını şekillendiren iki temel olgu olduğunu görürüz. Her birimiz kendi hayat akışımız içerisinde yeme-içme, alma-verme, sevinç-hüzün gibi birçok şıkları mevcut temel kavramlar ile ölüm ve yaşamın ne denli alakadar olduğunu farkederiz.

Hayat varlığımızın başlangıcını temsil ederken ölüm onun kaçınılmaz sonunu ifade eder. Bu iki olgu yalnızca biyolojik süreçler değil aynı zamanda felsefî, dinî, psikolojik ve kültürel anlamlar da taşır. Cevabını bulamadığımız bu temel gerçek, yaşamı kuşatan bir belirsizlik olarak psikolojik hayatımızın en temel korku kaynağıdır. İnsan bu iki büyük gizemin anlamını ararken yaşamın değerini ve ölümün tabiatını sorgular.

Tam da bu noktada merakımı giderebilmek adına küçük bir araştırmam neticesinde felsefe ve dinin, ölüm ve yaşamın anlamını keşfetmek için farklı bakış açılarına rastladım.

Meselâ bu düşünceye bir örnek verecek olursak, antik Yunan filozofu ve Epikürosçuluk adlı felsefe okulunun kurucusu olan Epikür, ölümün korkulacak bir şey olmadığını, çünkü ölüm sırasında insan bilincinin ortadan kalktığını savunmuş. Bu görüşe göre belirsiz bir durumda olan ölüm, yaşamın kalitesini düşürmemelidir. Buna karşılık birçok dini inanışta ölüm bir son değil yeni bir başlangıç olarak görülür. Özellikle İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi tek tanrılı dinler, ölüm sonrası hayat kavramına büyük önem verirler. Bu inanç sistemlerinde ölüm, dünya hayatının sonu olsa da ruhun ebedi hayata geçişi olarak kabul edildiğini görürüz.

Yaşam, evrenin içinde bilinçli ya da bilinçsiz varlıkların sürekliliğini sağlayan temel bir güçtür.

Biz insanlar için yaşam, yalnızca biyolojik bir süreç değil aynı zamanda deneyimlerle dolu sürekli değişen bir serüvendir. Yaşamın değerini anlamak genellikle onun geçiciliği ve sınırlılığı ile ilişkilidir. İşte yaşamın insan için taşıdığı önem, bu süreci takip eden tecrübelerle şekillenir.

Dolayısıyla yaş ilerledikçe ölümlerin ardından, ölüme yüklediğimiz anlam, inançlarımıza ve kişilik özelliklerimize göre değişiyor.

Ölümle olan ilişkisini değiştirmiş modern toplumlarda ölüm sıklıkla ertelenmeye veya gizlenmeye çalışılan bir olgu haline gelmiştir.

Günümüzde her nekadar Tıp ve teknoloji alanındaki ilerlemeler insanın yaşam süresini uzattığını iddia etsede, bu çabalar inananlar için Yüce Mevlâ’nın “Ecelleri gelince ne bir saat geri kalabilirler, ne bir saat ileri gidebilirler.” (Nahl sûresi, 61) ayetinde ölümün kaçınılmaz doğasının değişmez olduğunun kesin ve net bir emri-ifadesidir. Çünkü inanmak; maddi âlemdeki somut bilgi gibi mana âlemindeki soyut bilgiye de sahip olmayı ve bilinmezlerle yaşama becerisini getirir.

Ayrıca psikoloji alanında da bireylerin ölüm korkusu ile nasıl başa çıkabileceği araştırılmış ve bu korkunun yaşam kalitesi üzerindeki etkilerini incelemiştir. Vektör gibi varoluşçu Psikologlar ölüm bilincinin insanın yaşamına anlam kazandırdığını ve bireyi daha tatmin edici bir hayat sürmeye yönlendirdiğini öne sürmektedir.

Doğumdan itibaren insanoğlu çevresiyle etkileşim kurarak duygusal, entelektüel ve fiziksel deneyimlerle hayatlarını zenginleştirir. Yaşam bu deneyimlerin toplamından ibarettir. İnsanın bilinçli bir varlık olması yaşamı derinlemesine anlamlandırmasını sağlar. Yaşamın anlamı insanın değerler oluşturmasını ve bu oluşuma göre hayatına yön vermesinde yatar ve insan var olan üzerinden var olmayana dost olma rahatlığını taşır. Böylece ölüm, bir yok oluşun korkusu değil yeni bir varoluşun kavuşmasına dönüşür.

 ”iki kapılı bir handayım” diyor ya Aşık Veysel. Doğarken girdiğimiz kapıdan ölünce çıkacağımızı unuttuk. Şan-şöhret, para-pul, ne mal ne de mülk… say say bitmez insanoğlunun hırsı. Hepsi gelip geçici değil miydi?

Ne sultanlar, ne padişahlar, ne vezirler, ne zenginler hatta fakirler… kimler geldi kimle geçti. Mezarlıklar iyi-kötü tecrübelerle dolu.

İyilik, adalet, sevgiye doğruluk gibi evrensel değerlerle yaşamı anlamlı kılmaktı en güzeli. Aynı zamanda hayata anlam katacak kişisel hedefler ve idealler…

Yaşam boyunca ölüm sonrasında bizi yaşatacak olan bir berceste…

Ne bir türküdür bu, ne şarkı, ne ağıt,
Öylesine bir ezgi düşer dilimden.
Hayat bir roman özetiyle tek kâğıt,

Kalemimden kelâma geçer elimden…

İşte bu alem üzerinde bir varmış, bir yokmuş/luğumuz…

Hayat geldiği gibi gelsin, güzelleştirecek olan bizleriz. Ölüm korkusu değil varlıkla yokluğun, dertle dermanın, hayatla ölümün dengesinin hoşnutluğu olsun yaşam ilkemiz.
Bâki muhabbet ile…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 2 Yorum
  1. Mümin dedi ki:

    Islami görüş ile ateist görüş arasinda harika bir entelektüel bakış yaparak birleştirici olmuş. Tebrikler. Günümüz toplumunda hayatın gerçeğini ortaya koyan islama inanmak veya inanmamak arasında bocalayıp depresyona girenler için harika bir ilâç.

    1. Meral YAĞMUR dedi ki:

      Nispetende olsa yansıtmaya çalıştım. Yaşamın sezgisel gücü ve ölümün gerçekliği ışığında doğru bir yol izleyebilmekti muradım. Ve sonrasında sizinlede yaptığımız istişare neticesinde bunu başarabilmiş olmanın sevincini yaşadım üstad.
      Değerli yorumunuz için ayrıca teşekkür ediyorum.