İnsan hayatı, inişleri ve çıkışlarıyla bir bütündür. Bu bütünlük ancak başkalarıyla paylaşıldığı vakit anlam kazanır.
Mevlanâ Hazretleri’nin “Bir mum, diğer mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.” düsturunca, maddi olanı paylaşmak, elimizi taşın altına koymaktır; manevi olanı paylaşmak ise kalbimizi açmaktır. Her iki paylaşımda insanın insanla bağ kurmasına, topluma tutunmasına ve kendini gerçekleştirmesine vesile olur.
İnsan hayatı boyunca birçok farklı deneyim yaşar. Mutluluk, başarı, kayıp, acı, umut ve hayal kırıklığı… Tüm bu yaşantılar, insanın hem bireysel gelişimini hem de toplumsal bağlarını şekillendirir.
İnsanın iyi ya da kötü tecrübelerini ve maddi ya da manevi değerlerini paylaşmasının, psikolojik, sosyolojik ve kültürel açıdan sadece bir yardım biçimi değil aynı zamanda bir “varoluş dili” olduğunu göz önünde bulunduralım.
Duygular; insanların hem içsel yaşamını hem de dış dünya ile ilişkisini şekillendiren temel psikolojik süreçlerdir. Her insan, yaşamı boyunca olumlu veya olumsuz çeşitli duygular deneyimler; ancak bu duyguların nasıl yönetildiği ve paylaşıldığı kişinin ruh sağlığı açısından belirleyici bir etkendir.
Özellikle mutluluk ve üzüntü gibi yoğun duyguların başkalarıyla paylaşılması, insanda rahatlama, anlaşılma ve bağ kurma hissi oluşturur.
Diğer bir cihetten; duyguların paylaşımı insanın çevresi ile empati kurmasına, sosyal ilişkilerini güçlendirmesine ve psikolojik dayanıklılığını artırmasına imkân tanır. Bu noktada, “Keyfinizi yüceltmek istiyorsanız, onu paylaşmaktan asla çekinmeyin.” sözünü hatırlatmak isterim.
İnsan yalnız yaşayamaz; hem sevinçte hem kederde bir dosta, bir omuza, bir kelimeye muhtaçtır. İnsan doğasına dair derin gerçeği yansıtan “Sevinçler paylaştıkça çoğalır, acılar paylaştıkça azalır” Atasözü, tam da bu noktada buluştuğumuz frekans… Nitekim Atasözleri olaylardan süzülegelen ve realitesi yüksek olan ifadelerdir. Paylaşmak sadece maddi şeyleri değil; duyguyu, zamanı, tecrübeyi ve hatta sessizliği bile kapsar.
Günümüzde bireyselleşmenin artması, dijital iletişimin yaygınlaşması ve sosyal bağların zayıflaması paylaşma ihtiyacını daha görünür hale getirdi ve bu bağlamda insanın yaşadığı iyi kötü her şeyi paylaşmasının önemi yalnızca tek bir kişi için değil, toplumun sağlığı içinde önem arz etmektedir.
Bana göre paylaşma ahlakî bir yükümlülük olmakla birlikte aynı zamanda kültürel bir zenginliktir. Meselâ millet olarak biz; ülkemizin bir çok bölgesinde, köy halkının birlikte iş yapmasını sağlayan imece kültürü, hem iş kolaylaştırır, hem de sosyal bağları güçlendirir. Bununla birlikte hâlâ yaşatılan Aşure Günü gibi gelenekler paylaşmanın sadece ihtiyaçtan değil inanç ve değerlerden de beslendiğini ve hâkeza; zekat, sadaka, fitre gibi dinî kavramlar ise yine bu kültürel temelin inançla bütünleştiğini gösterir.
Modern çağda bu sorumluluk Sosyal Yardımlaşma Dernekleri, Gönüllülük Çalışmaları ve Topluluk Destekleri projeler yoluyla farklı biçimlerde hayat bulmaktadır.
Maddi paylaşım günümüzde genellikle yardım kavramı çerçevesinde ele alınsa da bu olgu çok daha köklü ve derin bir yapıya sahiptir. Aile içindeki küçük yardımlardan tutunda devletin sosyal destek politikalarına kadar geniş bir yelpazeye yayılır. Peygamber Efendimiz (asv) “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyurarak, paylaşmanın temel bir değer olduğunu vurgularken, asl-ı zâtında kültürel açıdan Türk Milleti olarak bu telkine ne denli uygun olduğumuzu görüyoruz…
Maddi paylaşım sadece muhtaç olana destek olmakla sınırlı değildir. Aynı zamanda verenin gönlünü arındırır, toplumu ise adalet ve dayanışma duygusuyla bir arada tutar. Bu yönüyle paylaşmak sadece bir seçim değil toplumsal bir sorumluluktur.
Bir örnekle; bir yakınımızın kaybında bir dostun sarılması, bir başarının ardından dostça söylenen “helal olsun sana” sözü, kelimelerden çok daha fazlasını ifade eder. Zirâ maneviyat, insanları birbirine yaklaştıran görünmeyen bağların dokusudur.
Paylaşmanın gereklilik ehemmiyetini araştırırken James Pennebaker’ın “Duygusal Açılma Kuramı” na denk geldim. Pannebaker bu kuramda bireylerin stresli yaşam olaylarının yazılı ya da sözlü olarak ifade etmelerinin fiziksel ve zihinsel sağlık üzerinde olumlu etkileri olduğunu ileri sürmüş ve bu paylaşım sürecini bireyin travmatik deneyimleri adlandırmasına, olayları bilişsel düzeyde yeniden yapılandırmasına ve duygusal yükünü hafifletmesine imkan tanıdığına vurgu yapıyor.
Buna göre paylaşım yoluyla olumlu duyguların yaygınlaştırılması insanlar arası güveni artırır ve sosyal dayanışmayı pekiştirir.
Mutluluk paylaşımı aynı zamanda insanın benlik algısını ve öz saygısınıda olumlu yönde etkiler. Örneğin; başarılarını paylaşan bir insan, takdir edilme ve sosyal onay yoluyla kendine özgüvenini arttırır. Fakat bu paylaşımın samimi ve gösterişten uzak olması her iki taraf içinde kurulan bağın kalıcılığı açısından önemlidir.
Üzgün hissettiğimiz anlardaki paylaşım ise empatik ilişkileri güçlendirdiğini ve insanın duygusal dayanıklığını dinamize ettiği bilinen bir gerçeğimizdir. Özellikle güven ilişkisine dayalı paylaşımlarımız, yaşanan duyguyu dramatize etmeden, normalleştirmemize ve bununla baş etme becerileri geliştirmemize yardımcı olur. Dolayısıyla benzerî sosyal destek kuvvetleri sayesinde de insan, bu yoğun ağır duygulardan kurtularak psikolojik iyilik haline kavuşur. Buna mukabil, üzüntü, kayıplar, hayâl kırıklığı, yalnızlık gibi duyguların paylaşılması, insanın içsel sıkıntılarını hafifletmesinin yanı sıra, sosyal bağlar yoluyla güven duygusunun yeniden onarılmasına destek verir.
Son olarak şunu da eklemeliyim ki; duyguların paylaşılması insanda psikolojik sağlamlığın olduğu kadar toplumsal uyum içinde kritik öneme sahiptir. Ve ayrıca okullar, iş yerleri ve aile ortamlarında bireylerin duygularını açıkça ifade edebilecekleri, destekleyici iletişim kanalları oluşturulmalıdır. Zirâ aile, mahalle, okul, cemiyet gibi küçük toplulukların güçlü olması insanların karşılıklı destek ve paylaşım ilişkilerini korumasına bağlıdır.
Sonuç olarak mutluluk ve özür dileme sadece bireysel bir rahatlama yöntemi değil aynı zamanda toplumsal dayanışma, empati ve karşılıklı güven temelini oluşturan önemli bir süreçtir. Duyguların ifade edilmesi hem bireyin kendisini tanımasına hem de anlamlı ilişkiler kurmasına yardımcıdır. Bu nedenle duygusal ifadenin teşvik edildiği açık ve güvenli sosyal ortamların icadı bireysel refah, toplumsal huzur açısından elzemdir.
Hâsılı, paylaşmayan birey zamanla yalnızlaşır ve en nihayet paylaşmayan toplum ise ne yazık kısa sürede çözülür.