Bazen hayat, en büyük hikâyeleri sessiz köşelerde başlatır.
Bir çocuk… Henüz 7,5 yaşında.
Tesadüfen Yeşilyurt Spor Kulübü’nde bir turnuvanın kenarında, bir dış kortta antrenman yaparken görülür.
O gün, oradaki kimse bu çocuğun yıllar sonra dünya tenis sahnesinde adından söz ettireceğini tahmin edemezdi.
Bir proje başlatılır: “Türkiye Kazansın, Dünya da Kazansın.”
Amaç büyüktür: Türkiye’den uluslararası seviyede sporcular yetiştirmek.
Basına demeçler verilir, destek sözleri duyulur, umutlar yükselir.
Ve o küçük çocuk, projenin simgesi olarak herkesin ilgisini çeker.
Zaman geçer…
İlk heyecanlar unutulur, verilen sözler havada kalır.
Projeyi başlatanlar bir süre sonra sessizliğe gömülür.
Ne arayan olur, ne soran…
Fakat o küçük çocuk vazgeçmez.
Hiçbir desteği olmadan, kendi yolunu çizer.
Her antrenmanı, her maçını, her ter damlasını bir merdiven basamağı yaparak yükselir.
Bir gün gelir ve o çocuk, Türkiye’den çıkıp Grand Slam kortlarında raket sallayan bir sporcu olur.
Artık kimsenin “tesadüf” diyemeyeceği bir noktadadır.
Yıllar önce, o ilk günlerde bir sohbet sırasında bir cümle kurulur:
“En büyük hayalim Fenerbahçe Kulübü Başkanı olmak.”
Aynı anda o küçük çocuğa da bir hayal emanet edilir:
“Bir gün sen de Grand Slam oynayıp kazanabilirsin.”
Aradan yıllar geçer…
Hayaller birer birer gerçeğe dönüşür.
Bugün, o sözleri söyleyen kişi kendi hayaline kavuşur;
Fenerbahçe’nin başkanı olur.
O küçük çocuk ise büyür, ilk hayalini gerçekleştirir ve Grand Slam kortlarında ülkesini temsil eder.
Şimdi yeni bir sayfa açılıyor.
Bir tarafta bir kulübün şampiyonluk hayali,
Diğer tarafta bir sporcunun Grand Slam şampiyonluğu rüyası…
Belki bir gün yollar yeniden kesişir.
Belki de o gün geldiğinde, yıllar önce kenarda sessizce başlayan bu hikâye,
herkese tek bir şeyi hatırlatır:
Hayaller, yeterince inançla peşinden gidildiğinde; önce hayali kuranı bulur… Sonra da bütün ülkeyi.