Yalanın gölgesinde insanın kendi özüne ihaneti

Yayınlama: 11.11.2025
A+
A-

Bir insanın kendini kandırması, gerçeğin en sessiz ölümüdür.

Bir gün, bir yerde, bir ilişkide… Bir cümle yanlış kurulur, bir bakış başka yere kayar, bir duygu eksik kalır. Ve işte, o noktada başlıyor aldatma.
Sadece bir sevgilinin kalbinde değil; bir dostluğun, bir güvenin, bir inancın tam ortasında.

Aldatmak, yalnızca bir kalbi incitmek anlamına gelmiyor; hakikatin özünü yaralamaktır. Zira her yalan, önce inancı öldürüyor; sonra gerçeğin sesini boğuyor.
Ve onun hakikatiyle bile yüzleşiyoruz ki:
Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe Suresi, 119. ayet) ayetinin muhatabı oluyoruz.

Gerçeklik, bir tercihten çok, varoluşun temelidir. Aldatmanın en sinsi yanı da budur… Sessiz geliyor.
Bir gülüşle, bir “önemsiz” yalanla, bir “nasıl olsa fark etmez” düşüncesiyle başlıyor.
Fakat zamanla büyüyor; insanın içinde yer ediyor, vicdanın eşiğinde kök salıyor.
Ki bir bakıyorsunuz, artık hakikati söylememek bile yalan olmaktan çıkıyor. Ve yalan; önce dili kirletiyor, ardından kalbi, en sonunda ise insanın varlığını.

Birini aldatan kişi, aslında üç kişiyi yaralamış oluyor: Aldattığını, kendini ve gerçeği.
Aldatılan kişi elbette kaybediyor; ancak en büyük kayıp, aldatanda yaşanıyor. Dolayısıyla o, kendi aynasına ihanet ediyor.
Birini kandırmak kolaydır elbet, fakat kendi vicdanını susturmak… İşte orada başlıyor asıl trajedi.
Yalanın dokunduğu yerde vicdan sessizleşiyor, samimiyetin dili tutuluyor. Artık kelimeler anlamını yitiriyor; bakışlar bulanıklaşıyor.
Bir zamanlar içten gelen bir “merhaba”, şimdi bir rolün repliğine dönüşüyor. Sözler, duygunun değil, kurgunun hizmetine giriyor. Ve insan, farkına bile varmadan, kendi yalanının karakterine dönüşüyor.

Kendini dürüst sanan sahtekârın aynadaki yüzü artık kendine bile yabancı. Yansımaya bakıyor ama gördüğü yüz, inandığı yüz değil artık.
Çünkü en büyük aldatma, başkasına yönelenden öte, insanın kendi kendine söylediği yalandır. Kişi, inandığı o sahte hakikatin içinde yaşamaya başlıyor ve nihayetinde gerçeğe körleşiyor.
Bu noktada hemen belleğimde yer tutmuş olan İsrâ Suresi 81. ayeti, “Ve de şunu bilmiyor muydunuz ki: Gerçeklik geldi ve yalan perişan oldu. Çünkü yalan, yok olmaya mahkûmdur.”
Hakikatin er ya da geç görünür olacağını ve yalanın mahkûm olduğunu hatırlatıyor.

Her ihanet, insanın içindeki onuru kemiren görünmez bir çürümedir. O çürüme, dışarıdan kolay fark edilmez. Sözlerde gizlenir, sessizlikte yankılanır.
Bir bakıyorsunuz, bir insan konuşuyor ama kelimelerinde ruh yok artık. Bir başkası gülüyor ama gülüşü, maskesinin cilasından ibaret.
İnsan, içten içe ölürken dışarıdan yaşamayı sürdürüyor.
Aldatmak, yalnızca sevgiye isnat edilmez; aldatmanın her nev’i bir ihanettir ki, insan olmanın şerefine karşı işlenmiş bir suçtur.
Çünkü insanın haysiyeti, sözünün genişliği kadar yaşar. Ve bir söz bozulduğunda, yalnızca bir cümle kırılır; lâkin bir vicdan yıkılır.

Samimiyetin yerini kurnazlık, onurun yerini menfaat alan kişi, gözleri açık olsa bile karanlıkta yaşamaya başlıyor.
Vicdanını susturan insan, artık kendi yüreğini işitemiyor.
Zamanla yalanı haklı çıkarmaya uğraşıyor, kendi ihanetine sebepler buluyor ve en nihayet o yalanı “gerçek” sanmaya yöneliyor.
O an geliyor ki, kişi kendi içinde kayboluyor.

İnsan, gerçeği terk ettiğinde sadece bir ahlak çizgisini değil, kendi özünü de yitiriyor.
Yalan, insanın kalbinde kök saldığında o kalp artık sevemiyor, güvenemiyor, şeffaf olamıyor.
Çünkü sevgi, hakikatin toprağında büyür; yalanın gölgesinde solup gidiyor.

Her aldatma, bir insanın kendine oynadığı en ustalıklı tiyatrodur.
Maskelerle başlıyor; “Ben hak ettim.”, “O anlamadı.”, “Ben sadece biraz huzur arıyorum.” diyor.
Ve her cümlede biraz daha uzaklaşıyor kendi hakikatinden.
Kendini kandıran insan, ruhen yavaş yavaş ölüyor.
Bir noktadan sonra ne sevinebilir, ne utanabilir.
Çünkü utanmak bile bir vicdan refleksi; yalanla beslenen ruhun artık utanacak gücü kalmıyor.

Zamanla insanın iç sesi susuyor. O sessizlikte geriye kalan tek şey bir boşluk oluyor; ne sevgi dolduruyor onu, ne başarı, ne alkış…
Çünkü hiçbir şey, yitirilen dürüstlüğün yerini dolduramıyor.
Kendine yabancılaşan insan, artık hayattan uzaklaşıp rolüne devam ediyor.

“Doğruluk iyiliğe çıkar, iyilik de Cennete; yalan ise kötülüğe çıkar, kötülük de Cehenneme götürür.” hadisiyle, samimiyetin ve doğruluğun insanı en yüksek mertebelere taşıdığını; yalanın ise çürüme, yok oluş yoluna saptığını vurguluyor Efendimiz (AS).

En tehlikeli aldatma, başkasına yönelenden çok, kişinin kendi yüreğine fısıldadığı, kendini inandırdığıdır.
Çünkü insan, kendi yalanına inanırsa, artık hiçbir gerçeğe inanma kudreti kalmıyor.
İnançsızlık, yalnızca bir ilah meselesi değil; her şeyden önce bir insanlık meselesidir.
Kendini kandıran, hayatın bütün doğrularına şüpheyle yaklaşıyor; öyle ki artık kendi içi bile güvenilir değildir.

İşte bu noktada, ölümsüzlük arzusu da sönmeye başlıyor.
İnsan ölümsüz olmak istemiyor olabilir, çünkü yaşadığını hissetmiyordur zaten.
Ruhu, bir zamanlar “doğru” dediği şeylerin mezarında sessizce çürümeye başlıyor.
Bu çürüme ne bir ölüm ne de tam bir hayat hâli; arada kalmış bir varoluş sancısıdır.
Bir zamanlar canlı olan her şeyin içten içe küflenmesi…

Ama belki de hâlâ bir umut var. Çünkü insan, hakikatten ne kadar uzaklaşmış olsa da, ona geri dönme kudretini taşıyor içinde.
Gerçek, hiçbir vakit bütünüyle ölmez; yalnızca sesi kısılır.
Ve bir gün, bir bakışta, bir kelimede, bir pişmanlıkta yeniden duyulur o ses.
İnsan dürüstlüğe döndüğünde, yeniden sevmeyi, yeniden hissetmeyi öğreniyor.
Zira dürüstlük, insanın kendine açtığı en aydınlık kapıdır.
O kapıdan geçebilmek içinse önce maskeleri bırakmak gerekiyor.
Her şeyin başlangıcında olduğu gibi, iyileşmenin de ilk adımı “itiraf”tır.

Belki o zaman insan, kendi yalanının ağırlığını sırtından indirir ve yeniden soluk alır hakikatin serinliğinde.
Aldatmak, yalnızca bir eylemden öte; insanın ruhunda açtığı bir yaradır.
Ve o yara, ne zamana ne de unutuşa yenilir.
Ki hakikat, her şeyin sonunda sessiz ama kararlı bir şekilde geri döner.

İnsanın en büyük ihaneti, bir başkasına değil, kendi vicdanına sessiz kalışıdır.
Kim neyi saklıyor olursa olsun, insan sonunda hep kendi gerçeğiyle yüzleşir.
Çünkü hakikatten uzaklaşan her kalp, sessiz çöküşüne tanıklık eder.

Yalansız ilişkiler temennisiyle…
Sevgiler.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 1 Yorum
  1. Mümin dedi ki:

    Ne diyelim başlı başına harika ve özlü sözlerle dolu. Tebrikler