Ne garip…
Hiç gitmediği yollardan bize rota çizenler, hiç yüzmediği denizde kulaç öğretenler, hiç tırmanmadığı dağdan zirve manzarası anlatanlar… Ve biz hâlâ şaşırıyoruz, “Nasıl oluyor da bu kadar emin konuşuyorlar?” diye.
Galatasaray, UEFA Kupası’nı kaldırdığında bile oldu bu. Tribünler alkışlarken, en sert eleştiriler; UEFA’da bırakın finale, birinci tura bile uğramamış teknik adamlardan, yöneticilerden geldi. Kupa ellerindeydi, ama fikirler “hiç yola çıkmamış” olanlardaydı.
Bugün de farklı değil. 12 yaş milli takımına oyuncu yetiştirmemiş antrenörler… Elinde tek bir ITF Junior kupası olmayan “uzman” veliler… Hepsi sanki hayat boyu o sahada ter dökmüş gibi konuşuyor.
Spor dünyasında en çok sevilen klişelerden biri de “süreklilik” lafıdır. Oysa herkes bilir ki, bu iş tarladan domates toplamak gibi değildir; her yıl aynı ürün, aynı kalitede çıkmaz. Oyuncu yetiştirmek, doğru yetenekle karşılaşmakla mümkündür. Tıpkı sinema gibi… Değerli sanatçı Şener Şen’e, Eşkıya filminden sonra neden uzun süre beklediği sorulduğunda, “İstediğim senaryo gelmedi” demişti. Spor da böyledir; her yıl başyapıt çıkmaz, ama çıktığında da iz bırakan olur.
Aynı yolda yürümüş olanların eleştirisi değerlidir; çünkü aynı yağmurda ıslanmış, aynı taşlarda tökezlemişlerdir. Ama hiç kayak yapmamış birinin “Slalomun yanlış” demesi, bizim kültürel komedimizin değişmez sahnesidir. Burada liyakat, genellikle ilk virajda devrilir.
“Adalet” deriz ya hep… Belki de en büyük adalet, evrenin ta kendisidir. Çünkü gökyüzündeki kuş tavuk olmaya çalışmaz, tavuk da uçamayacağını bilir. Biz ise bu dengeyi altüst ettik. Artık herkes, her şeyi bildiğini sanıyor; bilmeyen bile bilmediğini kabul etmiyor.
Ve böylece, cehalet özgüvenden zırhını, iftiradan da silahını buluyor.
Belki de en acıklı tarafı şu:
Hiç yürümediği yoldan bize rota çizenleri hâlâ dinliyoruz. Onlar da büyük bir keyifle konuşmaya devam ediyor… Çünkü bilirler ki, biz sormadıkça onlar susmaz.
Ve biz hâlâ sormuyoruz.
En tehlikeli harita, hiç yola çıkmamış birinin çizdiğidir.