Önce Fenerbahçe’nin Avrupa da gösterdiği basketbol başarısı için tebrik ettiğimi ilan ederim. Evet gerçekten başarılı bir şey yapmayı unuttuğumuz bu günlerde gerçekleşen, ilaç gibi bir zafer. Tekrar tekrar tebrik ederim.. Fakat günümüzü değerlendirmeye başladığımız sabahın ilk saatlerinde sanal ortamın en önemli konusunun bu olacağını hiç düşünmediğimi itiraf etmeliyim. Siyasi konulara öylesine odaklanmışız ki bütün siyaset […]
Önce Fenerbahçe’nin Avrupa da gösterdiği basketbol başarısı için tebrik ettiğimi ilan ederim. Evet gerçekten başarılı bir şey yapmayı unuttuğumuz bu günlerde gerçekleşen, ilaç gibi bir zafer. Tekrar tekrar tebrik ederim..
Fakat günümüzü değerlendirmeye başladığımız sabahın ilk saatlerinde sanal ortamın en önemli konusunun bu olacağını hiç düşünmediğimi itiraf etmeliyim. Siyasi konulara öylesine odaklanmışız ki bütün siyaset konuşan ağızların bu sportif başarıyı konuşması beni çok şaşırtmadı. Genelde siyasiler yapılacak, övünülecek fazla bir şey bulamadıkları zaman spor sahnesinde görünmelerine alışığız.
Sosyal medyada konuyu tartışan grup daha ziyade siyaset dışı insanlar. Siyasetle ilgileri vatandaşın oy zamanı yaptığı karar verme çalışmaları kadar. Ancak ortada çok ciddi bir tartışma var. Ben tartışmanın tarafı olmayacağım diye yazılanlara cevap vermesem bile düşünmeden edemiyorum. Belki sizlerde okuyup benim gibi bakınca düşüneceksiniz.
Önce konuyu açalım. Şampiyon olan Türk takımında kaç tane Türk vardı? Soru bu. Soru böyle olunca tartışmanın ilk savunma ayağındaki tepkisi şöyle Siz bizim başarımızı kıskanıyorsunuz. bunları tek tek inceleyeceğim ikinci savunma konusu rakip takımda kaç yerli oyuncu varsa bizde de o kadar…yani Yunan takımı ile bizim Türk takımının yerli ve yabancısını eşitlemiş doğruda olabilir.
Üçüncüsü “siz ne kadar kafatascı faşistsiniz. dünyada sizin gibi düşünen kaldı mı? Bakın dünyanın en önde gelen kulüplerine neredeyse sahaya çıkan 11 leri ilk 5 leri içlerinde hiç yerli bulamayacaksınız” konunun savunması bu. İtiraz kısmında tabii ki taraftar ağzı ile yazılmış bir sürü şeyde var.
Mesela “Fenerbahçe hiç sporcu yetiştirmiş mi? FB sporcu harcama makinesi. Orada yerli nasıl olsun adamlar gavur” gibi .
Ben bunların bir çoğunu itibar edilir bulmadığım için dikkate almayacağım. Ama toplumsal olarak bizim neyi neden yaptığımızı anlamak bu tip reaksiyonlar ve tepkileri çok önemli bulduğum için bu konuyu yazacak ve düşündüklerimi sizlerle paylaşacağım.
Önce taraftarlık ve fanatizmden dem vurmalıyım aslında. Ancak bakınca onunda bir sosyolojik sorun ve depolama olduğunu görüyorum. Bir gün yıllar öncesiydi aşağı yukarı kırk beş yıllık bir anı.
Galatasaray’ın başkanı kimdi hatırlamıyorum. Bir Bolu spor maçından sonraydı. o zaman askerden izne gelmiş ve büyük keyifle maç izlemeye gitmiştim.
Galatasaray maçı 2-0 kaybetti kupadan da elendi. Tuvalet sorunu yüzünden biraz geç kalmıştım. Pek fazla kalabalık kalmamıştı. Ama taraftarlar yine de çıkış kapısının önünde birikmişti.
Galatasaray Başkanı yanındaki gence şöyle diyordu.;
“Bunlara iyi bak. Yarın olur da sen bu kulübün başkanı olursan bu gördüklerin senin potansiyel müşterin.”
Duyduklarım içimin donmasına sebep oldu. Ama hakikat bundan da farklı değildi. Onlar yönetici olarak biz taraftarları birer potansiyel müşteri olarak görüyordu. Başka neydik ki? maça giderek para veren biz. Forma alarak para veren biz, o takımın bizden başka formasını ve sattığı diğer ürünleri takımının maçını seyretmek için ödenecek parayı verecek başka kimse var mı? Taraftarın kendini kulübün sahibi gibi görmesi ise reklamlarla yutturulmuş bir algı dolması.
O gün bu gündür bir takımın taraftarı olmayı kendime yakıştıramadım. Elbette sporu severim. yapmayı değil izlemeyi severim. Zaman zaman güreş zaman zaman atletizm basketbol, voleybol ve futbol arada sırada denk gelirse büyük bir keyifle izlediğim zamanlar olmuştur. Ama bir takımın taraftarı olarak değil. Sadece seyrettiğinden zevk almaya çalışan biri olarak seyrederim.
Kimse kusura bakmasın açıkça spor zor ve süreklilik isteyen, son derece disiplinli bir iştir. Bizim insanımız spor yapamaz. Çünkü disiplinli değildir ve süreklilik arz eden şeyleri sevmez. Rutin; bizim ırkımıza, genetiğimize göre bir şey değildir. Bu yüzden nüfusu 15 milyon olan Yunanistan’la kendimizi mukayese ederiz. Bu yüzden genç nüfusu tükenmiş Avrupa’yı kendimize örnek seçeriz. O yüzden yok tesisti, yok imkandı, yok psikologtu, yok spor doktoruydu, yok antrenör sorunu vardı diye binlerce mazeret buluruz. Savunmak istediğimiz konu hakkındaki gerçekleri saklayacak mazeretimizde yoksa, oda şunu yapmıştı, buda bunu yapmıştı edebiyatı yaparız
Kısaca biz tembeliz kardeşim demeyi de onurumuza yediremeyiz. Aidiyet duygusunun fanatizme bu kadar açık çanak tutmasının anladım ki sosyolojik bağı olmalı. Bunu bilmiyorum ama adam takım tutar bunu yaşar. Parti tutar bunu böylesine yaşarsa bu artık psikolojik olmaktan çıkmış sosyolojik bir travma olmuştur. Ve bunun mutlaka bir toplumla ilişkisinin olduğu aşikardır.
Şu anda bunun ismini diyemiyor olmam konuya bakış açımın yanlış olduğu anlamına gelmediğini bildiğim gibi.