MCK olayı yani milli cihat konseyi yakıştırmalı McKinsey olayı aklıma tarihten bazı olayları getirdi.. Bildiğinizden eminim ama okuyunca siz de hatırlamış olacaksınız. MC Kinsey’in kim olduğu ne yaptığının hiç ehemmiyeti yok. Önemli olan TC hükümetince bazı bakanlıklara danışman olarak atanmış veya danışmanlığının kabul edilmiş olmasıdır… Neden? Çünkü TC ilk kurulacağı zaman Lozan da […]
MCK olayı yani milli cihat konseyi yakıştırmalı McKinsey olayı aklıma tarihten bazı olayları getirdi.. Bildiğinizden eminim ama okuyunca siz de hatırlamış olacaksınız. MC Kinsey’in kim olduğu ne yaptığının hiç ehemmiyeti yok. Önemli olan TC hükümetince bazı bakanlıklara danışman olarak atanmış veya danışmanlığının kabul edilmiş olmasıdır…
Neden?
Çünkü TC ilk kurulacağı zaman Lozan da yapılan (büyük ihanet anlaşmaları diyenlere aldırmayın TC’nin tapu senedidir) anlaşmalarının uzun zaman bitirilememesi ve hatta İsmet İnönü’nün yurda dönmesinin temel sebebi Ardahan ya da Edirne değildi. Hatta 12 Adalar ya da Batı Trakya da değildi. Biz kontrolümüz altında tutabildiğimiz her yeri zaten almıştık.. Kabulleri onların sorunuydu.
Asıl önemli konu İngiliz ve Fransız danışmanlık hizmetlerinin TC hükümetince kabulü ve bakanlıklara danışmanlık hizmetinin verilmesiydi. Büyük tartışmaların sonunda bize bunu kabul ettiremediler. Türkiye Cumhuriyeti devleti bağımsız bir devlettir ve yabancı danışmanlara ihtiyaç duymayacak kadar tarih ve bilgi birikimi vardır. Dendi
Ancak böyle yürümedi…
1939 senesinde İsmet ABD muahhipleri cemiyetini kurdurduktan sonra yaşadığı başarısızlığı ABD’li danışmanlık şirketlerinin TC hükümetinin izni ile bazı bakanlıklara danışmanlık hizmeti vermesini kabul etmesiyle geçici olarak son buldu, 1960 ihtilalini yapanların ilk gerçekleştirdikleri bu danışmanlık şirketlerinin işine son vermekti. Haklıydılar, ne kadar haklı oldukları ise onlardan üç sene sonra ortaya çıktı.
Haklıydılar…
1950’li yıllarda ilk sendromu yaşadığımız da şaşkındık. Zeytinyağı ihracatı yapan Türkiye devletinden ABD tazminat istiyordu. Elbette dönemin hükümeti buna itiraz etti. Ancak tazminatı kuruşuna kadar ödedik. Çünkü 1939 yılında yapılan Tarım anlaşması ve çıkarılan bilmem kaç sayılı tarım kanunu gereğince hasıl olan şartların biride Türkiye’nin tarım ürünlerinde ihracat ve ithalat yetkisini bu danışmanlık şirketinin onayı ile gerçekleştirmesi söz konusuydu. Elbette izin alınmamış İtalya’ya satılan (Bence bu bile danışıklı bir ihtiyacın sonucu olabilir) 50 ton zeytin yağının bedelinin üç katı tazminat olarak ödenmişti
Haklı çıktılar…
1945 senesinde Avrupa da sıcak savaş yerini soğuk savaşa bırakmıştı. hafif yaralı Türkiye ise savaştan en karlı çıkan devletti. İtirazları duysam da önemsiz. Çünkü Osmanlıdan kalan 17 milyon küsur Fransız Frangı borcumuzu Hitler in Paris i işgalinden hemen sonra kuruşuna kadar ödedik. Fransa’nın Almanların eline geçmesi Lozan da yapılan anlaşmada en itibarlı para olan Fransız Frangı’nın 1 TL’nin üç milyon Frang etmesi ile hiç zorlanmadan ödedik. Böylece Osmanlı’dan bir boyunduruk gibi bakiye kalan borçtan kurtulmuş olduk.
Ta Bingazi den, Trablus’tan, Mısır’dan Filistin ve Süveyş savaşlarından Balkan harbinden Rus harbinden bindirilen savaş tazminatlarının bedelini bir gecede ödemiştik. 6TL verilerek temin edilen 17milyon küsur Fransız Frangı olarak ödendi. Borçsuz ve savaş kaybı olmayan neredeyse tek ülkeydik.
ABD’nin de Avrupa ya getirip savaştığı teçhizat vardı. Geri götürmenin neredeyse imkansız olduğu, ekonomik olarak astarının yüzünü geçtiği bir teçhizat… Yine danışmanların aracılığı ile İsmet görevini layıkıyla yapıyor Muahhibi olduğu ABD den tanklar kamyonlar küçük gemiler alıyordu. Hem de bir kuruş peşin ödemeden. 15 yıla yayılmış o güne göre muazzam sayılacak faizli borç ile. Neredeyse ana paranın üç katına varacak bir ödemeye mahkum edilmiştik. ABD böylece hurdacı aramaktan kurtulmuştu… (yanıldığım rakamlar olabilir Mesela borcumuzun gerçekte tam ne kadar olduğunu hatırlamıyorum. Veya işte kaç senede ödenecek dediğimiz borcun vadesini gerçekten hatırlayamıyorum. ne yazık ki google abi bu konuları yazmıyor. Ama olayların böyle geliştiğini biliyorum)
Haklı çıktılar çünkü 1964 senesinde meşhur Johnson mektubu geldi. Basınımız ve ABD Muahhiplerinin hepsi İsmetin verdiği cevabı konuştu ama o hurda silahları kimin aldığını kimse sormadı. ABD temsilciler meclisinin onayı olmadan kullanamayacağımızı beyan ve imza ettiğimiz O silahları parasını ödeyerek alırken böylesine garip bir anlaşmayı kimin onayladığını kimse sormadı. Şükrü Elekdağ ve İsmet kimseye hesap vermedi. Kıbrıs 1974 yılına kadar Türkler için çile merkezi oldu.
Efendim yeni danışmanlar alınıyor… Ne diyelim Cumhurcu arkadaşlar aralarında anlaşmışlar…
İnşallah bütün kasvet ve zararını onlar eğer hasıl olursa hayrı Türk milletine nasip olur…