Hoşgörü diyorum..! Erdemlerin en güzeli ve en soylusudur. Gerek ikili gerek toplumsal ilişkilerde bu anlayışı taşımadıkça hiçbir marifet ve muhabbet mümkün değildir. Bütün kâinatta ve insanî olaylarda en önde gelen sorunları dahi çözebilen ruhsal bir lâtifedir. Gerekli durumlarda hoşgörü tevazû ile bir şeyleri tolere etmektir. Ve bu ruhsal temas hiçbir fikri reddetmediği, saygı […]
Hoşgörü diyorum..!
Erdemlerin en güzeli ve en soylusudur. Gerek ikili gerek toplumsal ilişkilerde bu anlayışı taşımadıkça hiçbir marifet ve muhabbet mümkün değildir. Bütün kâinatta ve insanî olaylarda en önde gelen sorunları dahi çözebilen ruhsal bir lâtifedir.
Gerekli durumlarda hoşgörü tevazû ile bir şeyleri tolere etmektir. Ve bu ruhsal temas hiçbir fikri reddetmediği, saygı ve sevgi kriterlerini koruduğu gibi kötü bir fikir ile de asla ikâme edemez.
Bu dünyayı güzelleştiren, yaşamı kolaylaştıran asıl gerçeğimiz, birbirine saygılı iyi insanların iyi davranışlarıyla bütünlenmiş olan hoşgörüdür.
Ayrıca hoşgörülü insanlar diğer fertler tarafından daha çok sevilen, toplumun kilit taşları gibidirler.
Fikir ve görüş farklılığı, iyi niyet ve hoşgörü çerçevesinde geliştiği ve yayıldığı sürece, düşünce dünyamıza zenginlik katar. Tabi ki hepimiz farklı konularda, farklı fikir ve düşüncelere sahip olabilir ve farklı görüşler belirtebiliriz. Esas olan, bu görüşlerin hoşgörü çerçevesinde belirtilmesi ya da desteklenmesidir.
İnsanların monoton yaşam ve fikirleri paylaşması, yaradılış gereği insana zıttır. Her insanın yaşam şekli, giyim kuşamı, toplumsal değerleri, bölgesel imkânları birbirinden farklıdır. Bu gibi özellikler bir üstünlük olamadığı gibi eksiklik sebebi de değildir. Her birimiz başkasının düşüncelerine, yaşam tarzına ve inançlarına saygılı olursak böyle bir ortamda hoşgörü ve toplumsal barışa katkı sunmuş oluruz.
Elbette ki genel ahlakî kuralları ihlâl eden, tertip ve düzen haddini fazlasıyla çiğneyen, her türlü zulümden kaçınmayan, fitne, fesat çıkaran insanların hoş görülmesi mümkün değildir. Burada ki söz konusu hoşgörü, dini, dili, ırkı, rengi ve mezhebî inanışından dolayı ya da farklı milletten olduğu için hasseten fikir, görüş ve değerler açısından farklı olmalarına istinâden kimseyi yargılamamak, insanlara tahammül göstermesini bilmek. Yani herkesi olduğu gibi kabul etme zorunluluğunun bilincinde olmak.
Geçmişimize dönüp tarihimize şöyle küçük bir göz gezdirirsek bizim atalarımızın hoşgörü konusunda dünyaya örnek olmuş tek millet olduğunu görebiliriz.
Diğer taraftan dikkat ediyorum da çağımız insanı hayatı zorlaştırmakta, kötüleştirmekte, daraltmakta ve sebebi bilinmeksizin, kötü davranışlar ve sözlerle yaşamı kendisi açısından zehir ettiği gibi çevresine de aynı sıkıntılarla yansımakta.
Ne yazık ki günümüzde çok insan kendi hayat akışına göre hareket ediyor. Benim için özelsin dediğimiz insanlara dahi kendi öz dünyamızdan bir parça tolerans vermiyoruz. Ah’layıp vah’larken dost dediklerimizin yüzüne dahi, arkamızı döner dönmez banane/ler takınıp, değmeyen yılanı seviyoruz. Ve her ânımız ben/leşmiş.
En ihtiyaç duyulduğu vakitlerde dahi “Sen biraz bekle” edâsıyla önce kendim der olmuşuz. Halbuki ben/imlerimden azıcık arınabilsek belki de “birazcık bekle” diyerek aciliyet gerektirebilir düşüncesini dahi hissetmeden, ihtiyaç duyabileceğini gözetmeden ertelediğimiz o ruhun sahibine şifâ olabiliriz.
Kimsenin kimseye güven duymadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bütün ilişkiler çıkar üzerine kurulmuş ve o şekilde kabul görmüş devam ediyor. Buda insan olan insanın âlemini dağıtmaya yeter.
Edep ve âdaba riayet ettikçe, çatışmalardan korunabiliriz. Çünkü hepimiz insanız ve hatalar insan içindir. Hiç kimse hata yapmak istemez ancak bazen beklemediğimiz bir anda hiç ummadığımız olumsuz durumlar yaşayabiliriz.
Peki bütün bu bahsi edilen durumlar tek taraflı mı olmalı? Eğer ki bir insan sevdiği ve birlikte olmaktan haz aldığı başka bir insana her şartta onun kapasitesine göre yaklaşıyor, fıtratına uygun bir şekilde hassasiyet gösteriyor ve bu yine de karşı taraftan sû-istimâl ediliyorsa, bu yaklaşım o insanın aptallığı değil belki saflığı iken diğerinin ise bu durumu kullanıyor olması kurnazlığı değil kesin ebleh oluşudur. Birileri, birileri için darağacında sallanmayı göze alırken farkında olmadan belki diğeri ipe takılıp katil oluyor. Kimbilir belki de kast ediyor. Fakat bilsek de susuyoruz, bakıp görmüyoruz, duysak kulak asmıyoruz. Tabiri câizse üç adet maymun oluveriyoruz âdetâ.
Lâkin yaşadık, gördük, test ettik ki nedense sâfi, iyi niyetli olmak pekte işe yaramıyormuş diyerek geri adım atmak hoşgörünün tabiatına ters düşen bir eylemdir.
Önemli olan karşımızdaki kişi ile empati kurarak altında yatan sebepleri görebilmek ve bu nedenlere bağlı olarak anlamaya çalışmaktır.
Hâsılı; başkalarından nefret etmeden, onların bizim gibi düşünmediklerini kabul etmek, yaradılış esasına istinâd demektir. Karşımızdaki kişinin bir hatasını gördüğümüzde onu hemen yargılamamak ona olumsuz davranmamak gerekmektedir
Ezcümle; hoşgörünün olduğu ortamlarda kargaşa olmaz, huzursuzluk olmaz, çatışmalar, ayrışmalar olmaz. Fedâkarım, alttan aldım, daha sakindim, olumladım, ehemmiyet verdim gibi ben/ imlerim olmaz. Ve bu hâssalar insanlar arasındaki dayanışmayı güçlendirir ve muhabbet hâsıl olur.
Bu nisbette bakış açısı bizi kalite ve kişiliğini bütünlemiş bir insan olarak toplumun bağrına derc eder ve toplum yaşamı birbirini tamamlayan bireylerin iyi niyetli davranışlarıyla daha da güzelleşir.
Ve son olarak hoşgörü, asâlettir azîzim “Ne hoş geliyor o an insana insansız hayat” dedirtmez.
Nacizâne selâm muhabbet ile…