Müslümanlığın doğduğu ve yayıldığı kutsal toprakları görmeye karar verdiğimde bazı arkadaşlarım tarafından eleştiriler aldım, Avrupa’daki birçok şehri gördüğümü bildiklerinden ‘’Neden Amerika ya da Uzakdoğu’ya gitmiyorsun?’’ diyenlerin yanı sıra ‘’Arapların çok pis olduğunu ve gidersem hastalanabileceğimi’’ söyleyenler bile oldu. Bu eleştirileri yapanların hiç biri Arabistan’da daha önce bulunmadığından, sadece ön yargıyla hareket edenlerdi. Aslında böyle eleştiriler […]
Müslümanlığın doğduğu ve yayıldığı kutsal toprakları görmeye karar verdiğimde bazı arkadaşlarım tarafından eleştiriler aldım, Avrupa’daki birçok şehri gördüğümü bildiklerinden ‘’Neden Amerika ya da Uzakdoğu’ya gitmiyorsun?’’ diyenlerin yanı sıra ‘’Arapların çok pis olduğunu ve gidersem hastalanabileceğimi’’ söyleyenler bile oldu. Bu eleştirileri yapanların hiç biri Arabistan’da daha önce bulunmadığından, sadece ön yargıyla hareket edenlerdi. Aslında böyle eleştiriler kutsal toprakları ziyaret etme hevesimi daha da arttırmıştı. Bu isteğimi Anne ve Babama ilettiğimde kendileri de memnuniyetle bana eşlik etmek istediklerini söylediler.
Heyecan dolu gitme günü geldiğinde…
Atatürk Havaalanı’nda 80 kişilik kafile arkadaşlarımla karşılaştığımda tahmin ettiğim gibi gurubun en genci olduğumu gördüm. Ziyarete gitmeye karar verdiğim andan itibaren başlayan, kutsal yerlerin heyecanı Suudi Arabistan Havayollarının 650 kişilik dört motorlu uçağına girince daha da arttı.
Yabancı dil bilmenin avantajlarından gerçekten çok iyi yararlandığım bu seyahatte, bizi güler yüzle karşılayan Faslı Hostesimize servis yaparken kullanılan Türkçe kelimeleri öğretince, o da bana günlük hayatta en çok kullanılan Arapça kelimeleri yazdı.
Besmele ve seyahat duasıyla kalkan uçağımızın iki buçuk saat sonra Medine’ye inmesiyle kutsal yerleri ziyaret anlamındaki ‘’Umre’’ miz başlamış oldu.
Yılın her mevsiminde ve her gününde yapılan Umre, Hac ziyaretine benzediğinden, ‘’Küçük Hac’’ diye de anılır. Umre, Hac zamanı dışında Kabe’yi ihramlı olarak tavaf (Kabe çevresinde yedi kez dönmek) ve Safa ile Merve tepeleri arasında Sa’y etmekle yerine getirilen ibadettir. Mahiyetleri bakımından
Hac ve Umre aynıdır; Her Müslüman’ın ömründe bir defa Kabe’yi ziyaret ve tavaf etmesi
Peygamber’ imizin kesin emridir. Kuran-ı Kerim’de Hacla birlikte Umre’den de bahsedilmektedir.
‘’Haccı ve Umre’yi Allah için yerine getirin…’’ buyurulmaktadır.
MEDİNE; Zengin bir vahanın merkezi
Medine, Arabistan’ın Müslümanlar tarafından Mekke’den sonra ikinci derecede mukaddes kabul edilen meşhur şehri. Hz. Muhammed (SAV) ve ilk üç halife devrinde hükümet merkezi ve dinsel etkinlikleri yürüttüğü şehrin, Arapça anlamı ‘’Kent’’ tir. Hurmalarıyla ünlü olan Medine, Kızıl Deniz’den 160km uzaklıkta, Mekke’nin ise 350 km. kuzeyindedir. Ilıman bir iklimin görüldüğü Medine’de kışlar serin ve nemli, yazlar ise sıcak ama bunaltıcı değildir.
RAVZA-İ MUTAHHARA; Muhteşem Mescid
Ravza-i Mutahhara (Temiz Bahçe), Hz. Muhammed’in türbesi ve mescidinin bulunduğu yapı, Beytullah’tan sonra en değerli hürmete layık olan yer. Peygamberimizin Mescidi, Resulullah Medine’ye hicret edişinde Kuba’ya ikametten sonra, Medine’ye hareketinde devesi Kesva’nın ilk çöktüğü yere Resulullah bir mescid yaptırmış, sahabe Resulullah‘la birlikte burada namaz kılarlarmış. Her türlü İslami hareket burada sağlanırmış. Ravza denilen yer, Resulullah’ın kabriyle minberi arasındaki sahadır. Burası 40 m2’lik bir yerdir. Resulullah’ın diliyle burası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Burada namaz kılmak çok sevaptır. Ravza’nın yanında Peygamberimizin evi ve hanımlarının hücreleri vardır. Peygamberimiz, evinde defnedilmiştir. Yanında Hz. Ebubekir, Hz. Ömer medfundur.
Ravza-i Mutahhara’nın kapasitesi 100.000 m2 olup kapalı kısımda aynı anda 400.000 kişi namaz kılarken 20.000 kişi de üst katta kılabilmektedir. Mescid’de 27 adet hareketli kubbe mevcut olup, her biri 9 tonu ahşap olmak üzere 60 ton ağırlığındadır. 5 şerefeli, 334 basamaklı ve yüksekliği 104 metre olan 10 adet minare bulunmaktadır. Minarelerin ucunda bulunan hilallerin ağırlığı 4200 kg. olup 14 ayar altından Türkiye’de yapılmıştır. Mescidin 91 adet kapısı, 2540 adet penceresi vardır.
Çeşitli sureler mermer levhalara, Türk Hattat Ali Hüsrevoğlu tarafından yazılarak, kolondan kolona Mescid’i çevrelemektedir. Her biri 5 m. Çapında 2200 kg ağırlığında bronzdan yapılmış 68 adet avizenin yanı sıra 627 adet güvenlik ve naklen yayın kamerası bulunmaktadır. Güvenliğin çok iyi sağlandığı ve her kapısında koruma görevlilerinin bulunduğu muhteşem mescidin her tarafının, temizlik ekipleri tarafından çok iyi bir şekilde temizlendiğini söylemeden edemiyeceğim.
Ravza-i Mutahhara’ya çok yakın olan otelimizin asansörleri ezan vakitlerinde kilitleniyordu. Namaza yetişmek için yaşanan bu telaşın, otel dışına çıktığımızda daha yoğun bir şekilde yaşandığını görüyorduk. Kepenklerini indiren dükkan sahiplerinin, yerli halkın ve diğer bütün inananların Mescid’e doğru koşuşturmaları gerçekten görülmeye değerdi. Kılınan beş vakit namazın hepsi özel ve de güzeldi ama benim en çok hoşuma giden sabah namazıydı. Duru ve güzel sabahların serinliğindeki, sessizliğin içinde güzeller güzeli ezan sesiyle, uykulu gözlerle, genç, yaşlı, çoluk çocuk, sağlıklı ve özürlü insanlar Ravza’ya doğru kayar gibi gidiyorlardı. Muazzam bir mimarinin sergilendiği Ravza-i Mutahhara’da namazlarımızı çocuk ağlamaları arasında kılıyorduk. Çocukların küçük yaşlardan itibaren camiye gelme alışkanlığı kazanmaları için beş vakit namaza getirildiklerini öğrendim.
HZ MUHAMMED’İMİ İLK ZİYARETİM…
Hazreti Muhammed’in türbesini ilk kez ziyaret ettiğimde gerçekten çok heyecanlandım. Günün belirli
Saatlerinde kadınların ziyaretine açık olan türbeye ulaşmak için Ravza’nın içinden geçmeyi tercih etmiştim. Ara kapının açılmasıyla kadınlar koşarak ilerlemeye başladılar. Ne yöne gidileceğini bilmediğimden ben de onları takip etmeye başladım. Hazreti Muhammed’e bu kadar yakın olmanın verdiği heyecanla titriyordum. Türbeye vardığımda, etrafında dua ederken ağlayan ve Hz. Muhammed’e ‘’Esselamın Aleyküm Ya Resulallah’’ diyerek selam veren kadınların arasına karıştım. ‘’Ya habibi, Ya Muhammed’’ yakarışları arasında dua etmeye başladım…
GENÇ VE KÜLTÜRLÜ MÜSLÜMANLAR…
Endonezya, Singapur, Malezya, İran, Suriye, Mısır, Pakistan, Ürdün, Fas, Tunus, Cezayir, Nijerya…
Müslümanları ile iletişim kurmanın tek evrensel yolu tebessüm etmekti. Aynı amaç için bir araya gelen Müslümanları minik bir tebessüm birbirine daha da yakınlaştırıyordu. Dünyanın her yerinden tanıştığım Müslümanların arasında dikkatimi çeken bir nokta da kutsal yerleri ziyarete gelenlerin, Türklerin tam tersine genç ve kültürlü olmalarıydı. Arkadaş edindiğim kişiler arasında doktor, iktisatçı, öğretmen hatta mimar kadınlara bile rastladım. Ve beni, ömrümün bu döneminde, Suudi Arabistan yerine Amerika’ya gitmem gerektiği konusunda eleştirenlerin ne kadar haksız olduklarını gördüm. O hızlı, yoğun ve güzel ibadet temposu için genç olmanın daha iyi ve sağlıklı olacağını anladım.
ERBAKAN VE TANSU ÇİLLER İNDİRİMİ…
Suudi Arabistan’a gitmeden önce duyduğum yanlış haberlerden biri kadınların gündüz ve gece yalnız sokağa çıkamadıkları idi. Ama kadınlar, günün ve gecenin hemen her saatinde yalnız ve başka kadınlarla birlikte rahatlıkla geziyorlardı. Özellikle Beyoğlu gibi bir alışveriş merkezi olan Küba Çarşısına gittiğimiz akşam iki ya da üç kadın gecenin ilerleyen saatlerinde rahatlıkla alışveriş yaptıklarını gördüm. Alışveriş sırasında satın aldığımız pek çok ürünün ise Çin malı olduğunu görünce, Çin’in orada da geniş bir Pazar oluşturduğunu anladım. Necmettin Erbakan’ın çok iyi tanındığı Medine ve Mekke’de satıcılar, alışveriş sırasında Türk olduğumuzu anlayınca, Erbakan ve Tansu Çiller diyerek bize ‘’ikram’’ yani indirim yaptılar.
Lüks otomobillerin yanı sıra Toyota marka otomobillerin çok kullanıldığı kutsal topraklarda, trafiğin sadece cami çıkışlarında yoğunlaşmasının dışında trafik sorunu pek fazla yaşanmıyordu.
Bizim görmeye alışık olmadığımız bir başka durum ise, ölen kişilerin naaşlarının sedye ile taşınıp her beş vakit namazdan sonra defnedilmesiydi.
Medine’de yaptığımız dış ziyaretler arasında restorasyonu yapılmış olan mescidleri de görme şansımız oldu. Ravza-i Mutahhara’nın yakınında bulunan mescidler arasında Hz. Ali, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman’ın mescidleri ve Gemame Mescidiydi. Ziyaret edilen bu mescidlerin yerinde, o zamanlar bu zatların evleri bulunmaktaymış. Gemame Mescidi ise, Resulullah’ı gölgeleyen bulutun çekilip beklediği mahal olduğu için burada onun anısına da bir mescid yapılmış.
Medine’nin kuzeyinde bulunan Uhut Dağı, Bedir Savaşından sonra Medine’deki Müslümanlarla, Müslüman olmayan Mekkeliler (Müşrikler) arasında yapılan zorlu bir savaşa sahne olmuş. Peygamberizin amcası Hz. Hamza’nın şehit olduğu ve defnedildiği, yine bu savaşta şehit olan 70 sahabinin de Resulullah’ın emriyle defnedildiği yerdir. Hicretin 3. Yılında vuku bulan Uhut harbinde, Müşrik ordusu 3 bin Sahabi ordusu 700 nefer olmasına rağmen zafer Allah’ın lütfuyla islamın olmuştur. Uhut Dağı, ‘’Uhut bizi sever, biz Uhut’u severiz.’’diyerek Resulullah’ın övdüğü mübarek bir dağdır.
10 gün kaldığımız Medine’yi çok sevmiş ve bu kısa sürede orada yaşamaya alışmıştım. Muhteşem bir mimarinin sergilendiği, çok titiz, çok mükemmel bir şeklide temizlenip, korunan Ravza-i Mutahhara’sı, yenilenmiş mescidleri, Uhut Dağı, Mescid-i Kıbleteyn’i ile Medine çok özel çok güzel bir kent.
Bana göre bir sayfiye şehri havasında olan Medine, sempatik ve sevecen yerli halkı, temiz caddeleri, camları kafesli beyaz evleri, Hurma Hali, Küba Çarşısı, şirin ve yardımsever satıcıları, yükselmeye başlayan gökdelenleri ile gerçekten görülmeye değer bir yer.
İslam’ın ilk doğduğu yer Mekke-i Mükerreme, yayıldığı devletleştiği yer ise Medine-i Münevvere’dir.
Bu iki şehir ve Kudüs şehri Müslümanlarca kutsal olan yerlerdir. Mekke ve Medine’ye, Müslümanların haricindeki diğer din mensuplarının girmesi yasaktır.
Devamı yakında…