Geçen gün bir arkadaşımla konuşurken bana uzun zamandır sinemaya gidemediğinden bahsetti. Neden dediğim zamansa, bana çocuğundan kaynaklandığını söyledi. Çocuğunun animasyonlarda bile yerinden zıpladığını, aşırı efektlerden etkilendiğini söyledi. Bahsettiğim çocuk da öyle çok küçük değil. Bu benim kafamda bir şeyi canlandırdı. Eskiden izlemiş olduğumuz çizgi filmler ile yeni nesil çizgi filmler arasındaki farkı ve efektleri. Bir […]
Geçen gün bir arkadaşımla konuşurken bana uzun zamandır sinemaya gidemediğinden bahsetti. Neden dediğim zamansa, bana çocuğundan kaynaklandığını söyledi. Çocuğunun animasyonlarda bile yerinden zıpladığını, aşırı efektlerden etkilendiğini söyledi. Bahsettiğim çocuk da öyle çok küçük değil. Bu benim kafamda bir şeyi canlandırdı. Eskiden izlemiş olduğumuz çizgi filmler ile yeni nesil çizgi filmler arasındaki farkı ve efektleri.
Bir tane kanal Ay Savaşçısı gibi eski çizgi filmleri veriyordu bir ara. Tabi ben de zamanında bu çizgi filme tapan biri olarak yeniden bakayım dedim ama nasıl izlemişim gerçekten de şaşırdım. Hayır, kötü değildi, tam tersine çizgi film süperdi ancak efektler çok fazlaydı.
Özellikle de ışık efektleri inanılmaz derecede yüksekti ve benim gibi epilepsi hastası olan biri için çok tehlikeli bir şeydi. Çocukken bunu izlerken iyi bana bir şey olmamış dedim. Hatırlarsanız, zamanında adını şu anda hatırlayamadığım bir çizgi film yüzünden Japonya’da bir sürü çocuk hastanelik olmuştu.
Bu ışık efektlerinin ne kadar tehlikeli olduğunu yıllardır söylesek de kimseye dinletemiyoruz. Özellikle de program ve konserlerde kullanılan flaşların beyin dalgalarını etkilediği büyük bir gerçekken bunu kimse dinlemiyor. Zamanında bana EEG çekilirken (beynin dalgalarına bakıyorlar bununla) özellikle dalgalanma için flaş verirlerdi belli bir ölçüde. Doktorlar bunu dikkatle yaparken, televizyoncuların ve müzisyenlerin bunu anlamak istememesi çok üzücü.
Yıllar içinde bu efektler git gide arttı. Superman filmlerini hayranlıkla izlediğimiz zamanlar vardı. “Adamlar nasıl yapmış?” diyorduk büyük bir hayranlıkla ama artık bunlara sadece gülüyoruz, çünkü teknoloji inanılmaz gelişti ve gelişmeye devam ediyor. İleride kimbilir daha nelerle karşılaşacağız. Bir kişiyi veya objeyi çoğaltıp bir ordu yaratmak artık dünün konusu oldu.
Green screen veya blue box dediğimiz arka planları zaten artık herkes biliyor. Aslında bu biraz hayalleri de yıkıyor. Mesela Alice harikalar diyarında veya Tim Burton’un diğer filmlerinde gördüğümüz o dünyaların gerçek olmadığını görmek hem etkiliyor, hem de üzüyor. Tim Burton’a sonra bir ara dönerim.
Efektlere dönecek olursak. Bir kaç defa sinemada böyle bol efektli filmlere gitmiştim ancak maalesef teknik personelin iyi olmamasından mı kaynaklıdır; bilemiyorum, baslar deli gibi vururken, ses feci şekilde patlıyordu.
Daha sonra bunu evde ses sistemimde izlediğimde her şey gayet güzeldi. Yani sinemada efektlerden korkma durumu biraz da bundan kaynaklanıyor aslında. Hollywood’un milyon Dolar’lar harcadığı ve hatta Oscar kazandığı filmler yanlış ellerde büyük bir facia olabiliyor. Bu da sinemadan soğumamızın en büyük sebeplerinden biri. Zaten artık çoğu evde ses sistemi var.
Üstelik arka sırada vıdı vıdı konuşan, cep telefonuyla oynamaya gelmiş tiplerle veya önünüze düşmüş iki metrelik izleyiciyle de uğraşmak zorunda kalmamak cezbedici oluyor. Yine de sinemanın bana göre keyfi her zaman başkadır. Bu sorunlar çözülürse kimse korkmadan sinemaya gider aslında.
Bu arada iyi efekt kullan yerli bir yönetmen bence Hasan Karacadağ’dır.