Bazen Kürşat olurum bazen de İşbara Alp…

İlk okuduğum romanın adıdır “Bozkurtlar’ın ölümü”.. Tabi bizim için hayat ve hayatın manasının değiştiği romandır Bozkurtların ölümü… Önceleri Karaoğlan dergisi çıkardı. Resimli roman şeklinde. Bende sürekli getirmesini beklerdim babamdan.   O yıllarda çocuklar sokakta oyunlar oynardı. Kimisinin ismi Rodi olur kimisinin Çelik Bilek kiminin Teks. Ben kendime isim bulmuştum Kürşat. Ya da İşbara Alp. Evimizde […]

Yayınlama: 25.01.2018
A+
A-

İlk okuduğum romanın adıdır “Bozkurtlar’ın ölümü”.. Tabi bizim için hayat ve hayatın manasının değiştiği romandır Bozkurtların ölümü… Önceleri Karaoğlan dergisi çıkardı. Resimli roman şeklinde. Bende sürekli getirmesini beklerdim babamdan.

 

O yıllarda çocuklar sokakta oyunlar oynardı. Kimisinin ismi Rodi olur kimisinin Çelik Bilek kiminin Teks. Ben kendime isim bulmuştum Kürşat. Ya da İşbara Alp. Evimizde her akşam kurultay kurulur dedemin yakın arkadaşları bize gelir Rus harbinden kurtuluş savaşından Harşıt çayında durdurulan Rus ordusundan Ruslara esir düşen dedemin ağabeyi Rıfat amcadan sohbetler yapılır, Mustafa Kemal ve Topal Osman Ağa anlatılırdı. Onları da severdim ama bir başka sevdim Kürşat’la İşbara Alp’i. Tabi bütün çocuklar bana garip garip bakarlardı “nereden çıktı bu isimler?” diye.

 

Beyazıt’a giderken Şehzadebaşı’ndan Laleli’ye giden sokaktaydı Kızılay Düğün Salonu. O zaman bana devasa gelirdi. Annem sürekli konferanslara götürürdü. Zaman zaman “MTTB” Milli Türk Talebe Birliğinin toplantıları yapılır zaman zaman Türk dünyasının konferansları olurdu. Annem ben doğmadan önce Sultan Selim kız meslek lisesine gitmiş . Çok dikkat ederdi böyle toplantılara. Sokağımızdaki cumbalı evde yaşayan, saraydan gelme Ferhunde hanım teyze ve bu konferanslar. Annemin entelektüellik ve görgü kıyasıydı.

 

Şimdikiler pek anlamaz. 1960’lı yıllarda İstanbul’da yaşamayı. Çocukların oyun oynarken eğitilip medenileşmesini. Ailelerin görgü ve kibarlık için bir birini nasıl takip ettiğini. Yemek adabını, sofra terbiyesini, oturma adabını, konuşma adabını ders olarak vermezlerdi elbette. Ama yaşayarak öğrenirdi herkes. Çünkü biri bu günkü sıradan davranışlardan birini (ayılık) yapsa hepsi birden bakarlardı insanın suratına. Sesleri çıkmadan yerin dibine sokarlardı insanı. Zorunluydu insan olmak medeni olmak. Tercih bile değil zorunlu

 

Ben konuyu dağıtmayayım…

 

Mesele Bozkurtlar. Aradan yıllar geçti benim böyle takıntılarım vardır. Bir kitabı üç beş kere okuyabilirim. Bir filmi hiç seyretmemiş gibi 5-6 kere seyredebilirim. Yıllar önce okuduğum romanı eğer bende derin izler bırakacak kadar etkiliyse yıllar sonra yine okurum. Yine okurum. Tabi bu kitapların başında Bozkurtlar gelir. Sonra Yorgun Savaşçı. Ve İnce Mehmet… Harry Potter. Yüzüklerin Efendisi, Matrix, cesur yürek, vatansever Züğürt Ağa, gibi filimlerde, tüm bölümleri bilgisayarımda kayıtlıdır. Canım sıkıldı mı bu filmleri seyrederim hiç seyretmemiş gibi

 

Takıntı işte…

 

Bozkurtları okurken yine kaçıncı keredir bilmem. Aklıma takıldı. Neden Kürşat ve İşbara Alp. Biraz düşündüm. Beni bu kadar etkilemelerinin bir sebebi var mı? Neden Urungu değil, onbaşı Pars değil, Yamtar değil, Sancar değil, Yağmur değil Kara Kaan değil, Börü alp değil, Üçoğul değil de bu iki karakter beni sürekli etkilemiştir. Halbuki hepsinin kendince bir sürü meziyeti vardır. Hepsinin kendince bir sürü marifeti.

 

Sonra düşündükçe anladım ki İşbara Alp tereddütsüz bir teslimiyeti, ne pahasına olursa olsun itaati temsil ediyordu kafamda. O kesin bir itaat ile inanılmaz bir cesaret ve yürek ile verilen her görevi kabul ediyor, soylu bir kandan gelse de sesini hiç çıkarmıyordu.

 

Kürşat ise tam tersi. Kaan oğluydu. Tam bir subaydı. Genç yaşında ordunun ve tebanın güvenini itimadını kazanmış bıçkın çeriydi. Çeriydi derken ordunun subayıydı. Ama ne zaman yanlış bir karar alınsa o sesini çıkarır ve alınan kararın hatalı yanlış olduğunu hiç tereddüt etmeden söylerdi. İtiraz ederdi. Olmaması için direnirdi. Elbette emre itaatsizlik etmez verilen görevi yapar, yapılması için elinden geleni ardına koymazdı. Koymazdı ama Kara Kaan’ın İçing hatun yüzünden aldığı bütün kötü kararın karşısına çıkardı.

 

İşte seçim yaptığım iki ismin karakteristik özelliği buydu. Kendimizi onlarla eşleştirsek bile biliriz ki biz onların yaptıkları kahramanlığı yapmaya hiç bir zaman gücümüz yetmedi. Cesaretimiz ile o noktada olamadık. Ama onlara özendik. Şimdi kendimi Kürşat’a çok yakın hissediyorum. E biliyorum onun gibi soylu değilim. Biliyorum onun gibi kahraman da değilim. Ama biliyorum, onun gibi, hatayı söylemeden edemem. Kara Kaan olsa havasını alır. Hata hatadır. Hele ki bedelini ödeyecek Türk milleti ise mutlaka payını alır. Kürşat çıkar gerek kurultayda gerek Kaan çadırın da söyler. Hatayı dile getirir.

 

Bu hatayı dile getirmek hastalığını bir tek Kürşat’tan da almadık. Hayatımızın bir bölümü nasıl böyle geçti ise diğer bölümde Dedemin kontrol ve nezaretinde geçti. Hangi camide vaaz var, hangi camide hangi vakit hangi hoca geliyor takip eder bütün yalvarmalarıma rağmen zorunlu olarak dedeme eşlik ederdim.

 

Sultan Selim Camisi’nde 1971 senesine kadar Çolak Mehmet efendi vardı. Baş imamdı. Dünya üzerindeki son fakih olarak isimlendirilirdi. Sultan selim camisinde ikindi namazından sonra fıkıh dersi verirdi. Bizde oraya giderdik. Tabi biz fıkıh dersi almazdık sadece ilmihal bilgisi almaya. Allah rahmet eylesin o kibarlık ve nezaket örneği insan tevazuda da örnekti ve bizim gibi bir iki çocuğa orada ilmihal dersi verirdi.

 

Sohbetler o tarihlerde yaşayan İstanbullu özellikle Fatihliler için vaz geçilmez kaçırılmaz olaylardı. Vaaza gider hocayı dinlerdik. Eve geldiğimizde komşular ve yakınlarımızdan oluşan bir kalabalık yemekten sonra bize gelir erkekler dedemin odasında toplanır, dedem beni çağırır, teyp kaydı gibi olan hafızamı onlara söyler ve bana hocanın anlattıklarını tekrardan anlattırırdı. Maşallah sesleri ile biterdi sohbet. Sonra onlar hocanın anlattıkları üzerine konuşurlardı ben çıkardım.

 

Dini eğitimimi de bu arada farkına varmadan almış olurdum. Tabi örneklemeleri kendimden bahsederek aktarıyorum ama biliyorum ki, o tarihte, o semtte yaşayan insanların çoğunun hayatında, bu anlattıklarımın kesitleri vardır.

 

Mesele Hz Ömer kıssası…

 

Dört büyük halifeden biridir ama Hz Ömer benim için ayrı bir yer tutar maneviyat dünyamda. Hz Ali gibi. O ikisi benim için erkekliğin, cesaretin, adaletin, insanlığın ve asaletin simgesidir. İkisi ile ilgili bir hikaye, rivayet, bir vaka işittiğimde istemeden kulaklarımı diker o anlatılanları dinlerim. Ve hayatımın neresinde bu anlatılanlar diye mutlaka kendimi uzun ve derin bir hesaba çekerim.

 

İşte Hz Ömer kıssası bu açıdan hayatıma giren mihenk taşlarından kilometre taşlarından biridir. O benim için kişilik rol modelidir. Halife olmuştur ya hutbeyi o verecek elbette. Hutbeye çıkar ve kendisine biat eden Müslümanlara sorar.

– Ben hata yaparsam siz ne yaparsınız

– Seni kılıcımızla düzeltir doğru yola sokarız ya Ömer

– Elhamdülillah böyle bir tebaya, böyle bir ümmete imamlık ediyorum der.

 

Tamam kardeşim biz o sahabe kadar yürekli değiliz. Çıkıp adam gibi hata yaparsan seni kılıcımızla doğru yola sokarız diyemiyoruz. Tamam kardeşim Sende Hz Ömer değilsin. Eleştiri ve ikazları yapanlara şükür ederek sevgi ve minnetle bakmıyorsun. Çok sürdürdü mü itirazını hatanın neresinde olduğunu bakmadan adamı kovuyorsun partinden ihraç ediyorsun…

 

İyi de bu kadar insanın içinde hiç mi Allah’tan korkan yok! Bütün hataları görerek, bilerek sesinizi çıkarmadan oturuyorsunuz. Ne zaman hata yapıyor desek (tarih bizi her seferinde haklı çıkarsa) siz bir mazeret üretiyor savunuyorsunuz. Hiç mi yok ki cesaret ve Allah korkusu ile o hatanın hata olduğunu bile söyleyemiyorsunuz. Hadi onu da anladım Söyleyenlere etmediğiniz hakaret, yapmadığınız saygısızlık kalmıyor.

 

Ulan size Türkçü desem değilsiniz Müslüman desem değilsiniz ne b.k yemeye çıkıp ta “ülkücüyüm” diyorsunuz. Diyorsunuz da birde ülkücüyü beğenmiyorsunuz. Yalakalığın ve dalkavukluğun sizi götüreceği yer TURAN olur mu? CENNET olur mu? Siz diyeceksiniz ki ben İşbara Alp’im… Siz hiç İşbara Alp’in Kürşat’a saygısızlık ettiğini ona hürmet etmediği bir anı okudunuz mu? Gördünüz mü?

 

Sanırım Bilge Kaan size söyledi;
 

EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN

Hiç üstünüze almadan hep başkalarına söylüyorsunuz ya. Hani sizin kadar Türk milliyetçisi olmayanlara söylüyorsunuz ya. Yemin ederim Bilge Kaan’a imkan olup sorsak; sizden başkasına söylemediğine yemin edecektir.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.