Garip Bir Hafta Sonu

Hayatımın en ilginç günlerinden biriydi. Uzun zamandır seyreden iş yoğunluğu ve üzerine eklenen sosyal yoğunlukların ardından bomboş bir hafta sonu sabahına uyandım. Balkondaki paletlerin üzerine attığım minderlerle oluşturduğum sedirin üzerinde elimde kitabımla bedenimi ve ruhumu dinlendiriyordum. Az önce demlediğim kahvenin kokusu burnuma davet gönderdiğinde kitabımı usulca kenara bıraktım. Bu aylak duruma bir de amaçsız televizyon […]

Yayınlama: 27.03.2019
A+
A-

Hayatımın en ilginç günlerinden biriydi. Uzun zamandır seyreden iş yoğunluğu ve üzerine eklenen sosyal yoğunlukların ardından bomboş bir hafta sonu sabahına uyandım. Balkondaki paletlerin üzerine attığım minderlerle oluşturduğum sedirin üzerinde elimde kitabımla bedenimi ve ruhumu dinlendiriyordum.

Az önce demlediğim kahvenin kokusu burnuma davet gönderdiğinde kitabımı usulca kenara bıraktım. Bu aylak duruma bir de amaçsız televizyon izlemek eklenebilirdi. Daha önce seyretmediğim bir kanalda Uzunköprü’yü anlatıyorlardı. Sunucu pazar yerinde Trakyalı kadınlarımızın sandıktan tezgâhlarında sattıkları ve kendilerinin üretimiyle gururlandıkları ürünlerle ilgili sorular soruyordu.

Öyle bir keyifle seyrediyorum ki yüzümde güller açmıştı. Ayran kesiği muhabbeti var, pekmez muhabbeti var, tarhana, erişte, lor… Sonra ceviz, kereviz sapı, maydanoz… Bir kelime var ki dillerine pelesenk olmuş. Organik… Bunlar minicik çünkü organik. Bunlar güzel kokar çünkü organik. Dikkatimi çekti hepsinde organik bir obezite durumu. Hamur işiyle desteklenmiş hayatların mutlu sonu.

Sonlara doğru 85 yaşında bir teyzeye uzandı mikrofon. Sunucu sordu: “Bunları sen mi ürettin?” diye.  Teyze diğerlerinden farklı olarak birden bire yerli malı şiiri okumaya başladı. Anlamlı ve yerindeydi. Şiir bittiğinde bir tane daha okumak istedi ve “Ne okuyayım?” diye sordu.  “Ne istersen.”  dedi  adam. Bir Çanakkale şiiri başladı. Yanındaki arkadaşı yazmasını sıyırdı yüzü görünmüyor diye. Benleri dalgalarının içine saklanmış bir yüz ve ağzında bir tanecik diş belirdi. Şiiri bir yürekten okudu ki o an milyonları ayakta alkışlatacak kadar duyguluydu.

Etrafında “Helal olsun sana be!” diyen insanlar alkış tuttu. Sunucu memnundu. Beklediğinden daha iyi bir programa imza atıyordu. coşkulu alkışların ardından bir şey daha söyleyecekti . Dilin tutulsun be adam keşke söylemeseydin . Önce teyzenin eldivenli ellerini öptü, sonra ise “Allah sana sağlıklı ve uzun bir ömür versin.” dedi.  Teyze bir anda irkildi, çok ani bir hareketle kalbime bıçak saplayan cümleyi söyledi.

“Vermesin!”

O 1 saniye içinde gözleri öyle bir uzağa gidip geldi ki sanki tüm hayatı oracıkta gözünün önünden geçti. “Vermesin! Çok yaşadım zaten.”

O mutsuzlukla kendimi dışarı attım. Biraz hava almak iyi gelirdi. Mart kapıdan baktırıp üşütmeye devam ediyordu. Bir çocuk TDK’ na göre ittirgitiyle yokuştan aşağı iniyordu. Dik yokuşta hızlanan scooter’ ın tekerleği yola boyuna sıralanmış mazgal deliklerinden birine girdi. O hızla düşen çocuğun yüzü kan içinde kaldı.

Koştum hızlıca. Önce şoka giren bir kişinin bakışıyla etrafı süzdü. “İyi misin?” dedim. Sakin olamamıştım sanırım. Yüzümdeki bakışı görünce “Kanıyor mu?” dedi. “Evet biraz kanıyor.” dedim. Eklem yerlerine dokundum bir ağrı belirtisi yoktu. “Evin nerede?” dedim. Bloğun ismini söyledi. Kucakladım ve koşa koşa ailesine götürmeye koyuldum.

Kafasını mümkün olduğunca dik tutmaya çalışırken komşulardan birileri daha yardıma geldi. Çocuk bloğa yaklaştığımızda “Ama evde kimse yok ki!” dedi. Komşu yorulduğumu fark ederek çocuğu kucağımdan aldı. “Neden evde kimse yok ki?” dedik. 7-8 yaşlarında sokakta oyun oynayan bir çocuğun evinde birileri olmalıydı diye düşündük. Acı ağlamasının yanında bir kat daha gözyaşı döktü.

İlk cümlede parçalandım. “Benim annem ve babam ayrı ki!” Bu durumdaki bir çocuğun ilk cümlesi bu olmamalıydı diye düşündüm. “Annem çalışıyor, ağabeyim okulda, ben yalnızım.” dedi sonra. Annesinin telefonunu ezbere biliyordu. Kadının ses tonunu duymadığımdan çaresizlik konusunda bir teşhis koyamadım. Belki de çalışmak zorundaydı, çaresizdi, mecburdu… Hikâyeyi bilmiyorum. Komşum ve kardeşi çocuğu evlerine götürdü. Şefkat dolu kendi ailesinin yanına. Ben de aracımı kapının önüne çektim bir ihtimal doktor ihtiyacı olursa diye bir süre bekledim. Kollarım kan içindeydi. Onlar kurumuştu ama çocuğun o ilk savunucu cümlesi ile birlikte içime akıttığı gözyaşları kurumayacaktı.

“Benim annem ve babam ayrı ki!”

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.