İstanbullular kalpleri bu şehirde atan ve aynı zamanda planlarını bu şehir için yapanlardır… İstanbul’da doğup, büyüsen ve yaşasan, anne baban burada doğsa ve büyüse hatta onların ataları buraya genç yaşta gelip, yerleşseler bile “Nerelisin?” diye sorulduğunda “İstanbulluyum” diyemeyebiliyorsun. Çünkü kendimden biliyorum. Bu cevabı alan karşısındakine şüphe ile bakabiliyor. Aldığı cevabı daha derinleştirerek sormaya devam edebiliyor. […]
İstanbullular kalpleri bu şehirde atan ve aynı zamanda planlarını bu şehir için yapanlardır…
İstanbul’da doğup, büyüsen ve yaşasan, anne baban burada doğsa ve büyüse hatta onların ataları buraya genç yaşta gelip, yerleşseler bile “Nerelisin?” diye sorulduğunda “İstanbulluyum” diyemeyebiliyorsun. Çünkü kendimden biliyorum.
Bu cevabı alan karşısındakine şüphe ile bakabiliyor. Aldığı cevabı daha derinleştirerek sormaya devam edebiliyor. Nedense herkes gerçek “İstanbullu” olmanın imkansız olduğunu düşünüyor. İstanbullu olmak nadir bulunan değerli bir mücevhermiş gibi algılıyor.
İSTANBULU OLMAK HANGİ ŞARTA BAĞLI
Nedir “Gerçek İstanbullu” olmak, “İstanbul’un yerlisi” olmak hangi şarta bağlı? Gerçek İstanbullu olmak için kaç göbek önce burada doğmak ve yaşamak gerekir? Böyle kaç aile kaldı?
Bana göre gerçek İstanbullular birkaç kuşak önce burada doğanlar, büyüyenler, yaşayanlar, özellikle kültürünü özümseyenler, sebepsizce sevenler, onsuz nefes alamayanlar, şehirle birlikte yaşayanlar ve planlarını bu şehirde yapanlardır.
Kültür A.Ş.’nin 100’ler serisi kapsamında çıkartılan tarihsel süreçte birçok medeniyete ev sahipliği yapan İstanbul’un gelişimine katkı sağlayan 100 ailenin hikayesine yer verilen “İstanbul’un 100 Ailesi” kitabı belki de bu sorunun cevabını vermek için yola çıkıyor.
Kitapta, bugün kamuoyunda tanınan “Sabancı”, “Kıraç” gibi ailelerin yanı sıra “İpekçi”, “Mardinzadeler”, “Altunzade”, “Kamondolar”, “Karateodori”, “Lenas”, “Çorluluzadeler”, “Zografos”, “Pepagomenos” ve “Glavani” gibi aileler yer alıyor.
Bu aileler 16’ncı yüzyıldan günümüze kadar İstanbul’da yaşadıkları bilinen, şehre yaptıkları katkılarla derin iz bırakmış öyküleri ile göz kamaştırıyorlar.
ALTUNİZADE’YE İSMİNİ VEREN AİLE
Altunizade ailesinin İstanbul’a 16. yüzyılda yerleştiği düşünülüyor. Ailenin hakkında bilgi sahibi olunan ilk üyesi İsmail Zühtü Paşa’nın babası Hacı Ali Efendi olarak kaydediliyor.
Hacı Ali Efendi altın varak kethüdalığı yaptı ve babasının ölümünün ardından işleri üstlendi. Altunizade İsmail Zühtü Paşa, Koşuyolu semtinde Abdülmecid’in annesine ait araziyi satın alarak burada dış cephesi bezemeli bir köşk yaptırıyor. Ancak Sultan Abdülaziz’in köşkü çok beğenerek paşadan istemesi üzerine köşkü sultana hediye ediyor.
Kamondolar mimarlık yönü ile hatırlanıyor
Mesela Avrupa’da kolları olan İspanyol-Portekiz kökenli bir aile olan Kamondolar ilk olarak İber Yarımadası’ndan Venedik’e, 18. yüzyılda ise buradan İstanbul’a göç etmişler. Garabet Balyan ailesinin ”Dolmabahçe Sarayının mimarı” olarak geçen ilk bilinen üyesi, Kayseri’nin Derevank Köyü’ne gelen hassa mimarı (meremetçi) onarımcı Bali Kalfa’dır. Oğlu Krikor Amira Balyan (1764-1831) ailenin Balyan ismini alan ve ilk kuşağın en önemli üyesi olmakla birlikte padişahlar 2. Mahmud ve 3. Selim dönemlerinde inşa edilen birçok kamu binasının mimarı olarak da tanındı.
İPEKÇİ AİLESİ İSTANBUL’U SİNEMA İLE TANIŞTIRDI
Selanik’te birkaç kuşak ipek işiyle uğraşan İpekçi ailesinin öyküsü daha yakın zamana ulaşıyor. Aile 1893’te göç ettiği İstanbul’da bir süre daha ipek ticaretini sürdürdü. İlk olarak Eminönü’nde Selanik Bonmarşesi’ni açtı. Sonra İhsan İpekçi’nin girişimiyle sinemacılığa yöneldi ve açtıkları sinema salonları ile yurtdışından getirdikleri filmleri İstanbullular ile buluşturdu.
1923’te Elhamra Sineması’nı işletmeye başlayan aile, bir yıl sonra Melek sinemasını açtı. Melek sineması daha sonra Emek Sineması oldu. Aile, İpek Film Şirketi’ni kurarak film yapımcılığına başladı. Sinemalarla ilgili çalışmalar çeşitlenerek devam etti.
1979 yılında İstanbul Maçka’da evinin yakınlarında arabasındayken öldürülen gazeteci Abdi İpekçi ise İhsan İpekçi’nin diğer kardeşi Süleyman Cevdet’in çocuğudur.
Ünlü modacı Cemil İpekçi de bu aileye mensup.
KAYSERİ’DEN İSTANBUL’A GELEN MANAS AİLESİ RESSAMLIK YAPTI
Manas ailesinin Kayseri’den 17’nci yüzyılın başlarında Celali isyanları nedeniyle İstanbul’a göç ettiği biliniyor. Rafayel Manas, kilisede muganni olduğu için ”Diratzu (Çelebi)” lakabıyla anıldı. Manas, İtalya’da aldığı resim eğitimi sayesinde 1. Mahmud, 3. Osman ve 3. Mustafa dönemlerinde saray ressamı olarak, padişahların portrelerini çizdi. Aileden Manase Manas, Sultan 1. Abdülhamid döneminde saray ressamı oldu ve sultanın büyük boy tablosunu çizdi.
LENAS AİLESİ PASTANELERİ İLE ÜNLÜ
Baylan Pastanesi’nin kurucusu Filip Lenas, 20’nci yüzyılın başında dağlık Epir bölgesinden İstanbul’a göç etti ve Fransızların işlettiği Türkiye’nin ilk çikolata imalathanelerinden Mulatier’de çalıştıktan sonra çocukluk hayalini süsleyen pastacılık işine girdi. Lenas, 1923’te Beyoğlu Deva Çıkmazı’nda açtığı ilk pastanesine Fransızca I’Orient (Şark) sözcüğünün okunuşunu olan ”Loryan” adını verdi.
ADANA’DAN İSTANBUL’A GELEN SABANCI AİLESİ
Soy atası Adanalı Hacı Arap Sabancı olan aileden Hacı Ömer Sabancı’nın çocukları İhsan, Sakıp, Hacı, Şevket, Erol ve Özdemir Sabancı kentin ekonomik ve toplumsal yaşamında etkili isimler oldular. Bu aile İstanbul’a sadece ekonomik katkılar yapmakta kalmadı ve kültürel anlamda bir ivme kazandırma yolunda önemli adımlar attı.
Kitapta yer alan bu aileler ve niceleri sadece bu kentte yaşamakla kalmadı, benimsedi, değer kattı, hayatlarının merkezine aldı. Bu fertler kalpleri bu şehirde atan ve aynı zamanda planlarını bu şehirde yapanlardan oldukları için İstanbullular.