Yaşadığımız şehir tüm dünyanın gözdesi bir kentse biz şanslıyız demektir. İstanbul’un muhteşem tarihi ve Boğaz’a hâkim coğrafi konumu nedeni ile elde ettiği avantajlarının ışığında yıllar boyunca kendine özgü kültür sembolleri üretmiştir. Hepimizin üzerinde yaşarken alışageldiğimiz bu semboller aynı zamanda anılarımızı oluştururken bir yandan da farkında olmadan hayatımızın dönüm noktalarının tanıklarıdır aslında. İstanbul’un kültür sembollerini saydığımızda […]
Yaşadığımız şehir tüm dünyanın gözdesi bir kentse biz şanslıyız demektir.
İstanbul’un muhteşem tarihi ve Boğaz’a hâkim coğrafi konumu nedeni ile elde ettiği avantajlarının ışığında yıllar boyunca kendine özgü kültür sembolleri üretmiştir.
Hepimizin üzerinde yaşarken alışageldiğimiz bu semboller aynı zamanda anılarımızı oluştururken bir yandan da farkında olmadan hayatımızın dönüm noktalarının tanıklarıdır aslında.
İstanbul’un kültür sembollerini saydığımızda “evet gerçekten de öyle” dediğimiz yakınlıkta olduğunu görülecektir. Eski ve alıştığımız sembollerle, hayatımıza yakın dönemde girdiği halde hemen benimsediğimiz bazı yeni ritüeller birer kültür mirası adayıdır.
Eminönü-Tahtakale’den sırtlarınla yük ile çıkan hamallar… Yeni Camii’nin önünde kuşlara yem atılması… Kurukahveci Mehmet Efendi’nin kapısında oluşan kahve kuyrukları… Sünnet kıyafetli çocukların Eyüp Sultan Camii’nin avlusunda oynamaları… Tellibaba’ya giden gelinler… Çay simitle yapılan kahvaltılar… Kanlıca’da kendi adındaki yoğurdun iştahla yenilmesi… Balat’ta bir bakkalın besmele ile kepengini açarken taşıdığı umudu… Kapalıçarşı’da her sabah bir grup esnafın bir araya gelerek işe başlamadan önce tüm çarşı için hayır dua okuması… Vapurdan martılara simit atılması… Sabah ayazında işe çıkan balıkçıların yaşam sevinci… Erken saatlerde ziçek mezatında bulunup, kanaldan geçen çiçeklere açık artırma ile talip olan emekçi kadınlar… Kitap fuarındaki kalabalıklar… Sahaflarda kitap arayan bir araştırmacının çocuk yüzü… Kütüphanede araştırma yapan genç beyinler… Rock’n Coke festivaline katılan müzisyenlerin sahne arkası telaşı… Tiyatrolardaki, caz festivallerindeki sessiz kalabalık… Cami, kilise ve havraya giden insanlar… Adalar’da fayton sefası… Mercan Yokuşu’ndaki basmalar, aksesuarlar… Eminönü’nde balık ekmek yenilmesi… Sokak başında akan çeşmeler… Burgazada’da gün batarken denize girmek… Sarıyer börekçisinde kahvaltı yapmak… Boğaz’ın kıyısına kurulan muhteşem yalıları seyretmek… Ortaköy’de kumpir keyfi… Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde kendini özgür hissetmek… Turistlere elle kolla adres tarif etmeye çalışmak… Silivri’de yüzünü güneşe dönüp oksijeni bol bir nefes almak… Film Festivali’nde tüm filmlere gitmek için hayal kurmak… Kuzguncuk kıyısından teklifsizce Boğaz’ın sularına atlamak… Gülhane Parkı’nda bir ağaca sırtını yaslayarak aylaklık etmek… Bebek’te dört mevsim boyunca sakızlı dondurma yiyebilmek… Unkapanı Plakçılar Çarşısı’ndan geçerken “burada ne hikâyeler yaşandı acaba” diye düşünmek… Süleymaniye Camii’nin bahçesinden Haliç’e bir mucizeye bakar gibi bakmak… İstiklal Caddesi’nde kalabalığı yaran tramvayı ardından seyretmek… Ünlü semt pazarlarını kovalamak… Çengelköy’de Çınaraltı’nda bir demli çay içmek… Beyazıt’ta illa yolunu Sahaflar Çarşısı’na düşürmek… Kapalı Çarşı içindeki Şark Kahvesi’nde bir sade kahve molası vermek… Nuruosmaniye’den girip, Babıali Yokuşu’ndan çıkarken Türk basın tarihinin eski mekânlarını saygı ile selamlamak… Darülaceze’de ihtiyarları ziyaret etmek… Piere Loti’ye çıkıp gün batımı eşliğinde kahve yudumlamak… Ramazan ayında Oruç Baba Türbesi’nde sirke ve ekmekle oruç açmak… Ayın biri kilisesinde dua etmek… Yılın o iki gününü yakalayarak adak adamak için onca kalabalığın arasına katılarak bin bir zahmet Ayayorgi’ye çıkmak… Futbol maçları öncesi stat önlerindeki seyyarlardan köfte ekmek yemek… Emirgan Beyaz Köşk’te kahvaltı keyfi sürmek… Balat sokaklarındaki evler arasında çamaşır ipi germek… Kumkapı’da ışıkların nezaretinde keyifle yürümek… Kadıköy Moda Kahvesi’nde kahve içerken akşam gün batımını seyretmek… Cumhuriyet Bayramı’nda Barbaros’tan başlayıp, Beşiktaş’ta biten fener alayının bir parçası olmak… Sahil kenarında bakla falına bakan falcıların ısrarına gönüllü yenik düşmek… Boğaz motoruna yetişme telaşını hep aynı heyecanla yaşamak…
Belki toplu taşıma aracına binmek isteyen bir engellinin halkça yardımına koşması… Elinde poşeti olan bir teyzeye teklifsiz yardım edilmesi…. Bir çocuğun başının okşanması… Bir yaşlının sırtının sıvazlanması… Bol bol teşekkür edilmesi… İşte tüm bunlar ve daha fazlasını insanı mutluluğa götüren bir sihrin yerine getirilme koşulları gibi sıralayabiliriz.
Avrasya Koşusu’ndaki ihtiyar gençlerin pür hali… Metro ve sokak çalgıcıları ile otistik bir çocuğun mehterandaki gülümsemesi de yeni kazandığımız kültür sembollerinden sayılabilir…
“Tüm bunlar güzel de kentin hiç mi kötü yönü yok?” denebilir. Çünkü sosyal medyanın da gazı ile katıksız bir eleştirel bakış ve bundan beslenme tavrı geliştirdik. Ben de bu şehirde yaşayan bir birey olarak tüm gerçekleri biliyor ama gördüğüm güzellikleri daha fazla önemsiyorum.
Evet, İstanbul da yoğun nüfusu, çarpık yapılaşması, azaltılan yeşil alanları ile doğaya zıt düşmekte, iklimleri kızdırmakta ve kentlisini zaman zaman bunaltmaktadır. Ama bu onun suçu değil. O bize her zaman cömert oldu. Eski ve sadık bir sevgili gibi daha fazla özeni hak ediyor.