Kadına şiddet nasıl son bulur?

Toplumsal değişim sürecinde zannediyorum ki gelişim sürecimizi başkalarına emanet ettik. Zihinsel dönüşümlerimizi, günümüzde de farklı fraksiyonlarda devam eden Yakınçağın sömürge sorunsalının kısır döngüsünde bulduk. Öyle ki bu sömürge, edebiyattan tarihe, felsefeden coğrafyaya, velhasıl tüm disiplinlere tesir etti. Bu etkileşimler, toplumların öz değerlerine de müdahale ederken, ilk insandan bu tarafa hiçbir zaman doğrusal bir çizgi üzerine […]

Yayınlama: 25.11.2020
A+
A-

Toplumsal değişim sürecinde zannediyorum ki gelişim sürecimizi başkalarına emanet ettik. Zihinsel dönüşümlerimizi, günümüzde de farklı fraksiyonlarda devam eden Yakınçağın sömürge sorunsalının kısır döngüsünde bulduk.

Öyle ki bu sömürge, edebiyattan tarihe, felsefeden coğrafyaya, velhasıl tüm disiplinlere tesir etti.

Bu etkileşimler, toplumların öz değerlerine de müdahale ederken, ilk insandan bu tarafa hiçbir zaman doğrusal bir çizgi üzerine bina edilemeyen kadının statüsüne de temas etmiştir.

Kadının statüsü, 21. Yüzyıl dünyasında öyle anlar geliyor ki 1215 Magna Carta’sına bakıp hayıflanmamıza neden oluyor. Ne yazık ki toplumsal dönüşümlerde kültür ve medeniyet çatışması kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza geliyor. Anaerkil bir yapı içerisinde kadını baş tacı yapan bir kültür, bugün kadına şiddeti toplumun kanayan bir yarası olarak bünyesinde barındırıyor.

Toplumun temel yapı taşı olan aile işte bu noktada devreye giriyor. Aile bu kültürel devinim sürecinde, kültürel hafızasını kaybetmez ise değerlerine sahip çıkıyor. Farklı medeniyetlerin çemberinde yaşadığımız coğrafya, maalesef sahip olduğumuz kültürel mirasa öyle sert temas etti ki yozlaşma kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza geldi.

Dünya Literatürü bize şunu net bir şekilde öğretiyor. Kadın, yüzyıllar boyunca düşünen ve çözüm üreten mekanizmanın içinde büyük ölçüde yer almamıştır. Ötekileştirilen kadın, üzerine biçilen rolleri yaşamak için mücadele verirken, savaş, göç, kentleşme, işsizlik, sosyal statü kavgaları, eğitimsizlik gibi toplumsal sorunlarla da mücadele etmek zorunda kalmıştır.

Peki bu ağır yükün altında çırpınan kadın, bir de şiddete maruz kalıyorsa burada ciddi bir insanlık suçu yok mudur? Maddi manevi her türlü şiddete maruz kalan kadınlarımızın derdine derman olduğunu sanan hukuk sistemleri sorunu çözmekten ziyade, kanayan yarayı dağlamaktadır.

Bu sorunsal hayatımızın bir parçası haline gelmiş ve insanlar tarafından kabullenilmiş ise çözüm nasıl gelecek?

Hatırlayalım… Kadın aileyi ayakta tutan en önemli birey ise -ki bunu tartışmaya gerek yok herkes hakkını teslim eder- kadın toplumun en önemli dinamiği ve vicdanıdır. Vicdanına eziyet eden bir toplum yapısı, kalbini ve dolayısıyla sevgisini kaybetmeye namzettir.

Kadına şiddeti temelden çözmek için kadına ve “anneye” büyük görev düşüyor. Öncelikli olarak, evlat sahibi olduklarında kız ve erkek çocukları arasında mahremiyet konusunda ayrımcılık yapmamaları gerekir. Erkek çocuklarını büyütürken cinsel objelerinin salkım saçak gösterilmesiyle övünen aile bireyleri kız çocuklarına tam tersi tavır sergilemeleri daha küçük yaştan itibaren kadını ötekileştiren bir aile yapısını bizlere getirmektedir.

Artık kadın toplumsal düzen içerisinde sırtında ağır bir yükle yoluna devam etmeye çalışacaktır. Peki bu işin en başta öğreticisi olan biz kadınlar buna dur diyebilir miyiz? Elbette diyebiliriz. Yetiştirdiğimiz evlatlarımızı bize ait olmayan yozlaşmış kültürel dinamiklerle değil, önce annesine, kız kardeşine, kız arkadaşına, eşine vb. dostlarına saygılı olan bir kültürün öğeleriyle topluma hazırlamalıyız.

Toplumda sevgi ve saygıyı tüm azim ve kararlılığı ile uygulayacak nesillerimiz için, bizlere yol gösteren Yurtta barış, dünyada barış ilkesini bizlere emanet eden atamız Atatürk, kadına sadece lafta değil icraatta da önem vererek, 1930,1933 ve 1934 yıllarında kadınlara seçme ve seçilebilme hakkını teslim etmiştir.

Yani egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu tam manasıyla yerine getirmiştir. Bu durum, kadının özgürlük, adalet ve eşitlik ilkesi çerçevesinde temsil hakkını hür iradesiyle gerçekleştirmesine imkan vermiştir.

2020 itibariyle kadınlarımızın özellikle aile kurmak için çıktıkları yollardan hezimetle ayrılmaları, aklı hür, vicdanı hür ve temiz bireylerin özlemini artırmaktadır. Lakin erkek egemen toplumlar, coğrafya fark etmeksizin, kadını her zaman ötekileştirmeye ve değersizleştirmeye devam etmektedir.

Kanun yapıcılar anayasal düzen içerisinde her ne kadar kadın haklarını ortaya koysalar da, temel problem, vicdanlı aile ve bireylerin gün geçtikçe sayısının azalması…

Fakat ümidimizi yitirmeden karınca kararınca, gelecek nesillerimizi aileden başlamak üzere eğitim seferberliği ile yetiştirmeli, saygın toplumların kapısını aralamalıyız.

Kadına değer veren ve onu el üstünde tutan toplumların özlemiyle yaşarken, şefkatin ve sevginin her daim kazanması dileklerimle…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.