Olumsuz haberler çoğaldıkça kendimizi mutsuz hissediyoruz. Ben böyle zamanlarda bu olumsuzluğu yaşayanların omuzuna elimi şöyle bir koyup, kuvvetlice sıkıp, “yılma” demek istiyorum. Çünkü aslında yıldığın o anda kaybediyorsun. Yılmazsan da belki yine kaybedeceksin ama bir maratoncunun ipi göğüslemesindeki gibi yarıştan hiç kopmamış olacaksın. Peki bu bize ne kazandıracak? Kendimizi saygıyı… Sonra tekrar yarışa çıkmaya kendimizde […]
Olumsuz haberler çoğaldıkça kendimizi mutsuz hissediyoruz. Ben böyle zamanlarda bu olumsuzluğu yaşayanların omuzuna elimi şöyle bir koyup, kuvvetlice sıkıp, “yılma” demek istiyorum. Çünkü aslında yıldığın o anda kaybediyorsun. Yılmazsan da belki yine kaybedeceksin ama bir maratoncunun ipi göğüslemesindeki gibi yarıştan hiç kopmamış olacaksın. Peki bu bize ne kazandıracak? Kendimizi saygıyı… Sonra tekrar yarışa çıkmaya kendimizde hak görmeyi ve kendimize güvenmeyi. Az şey mi? Hiç değil. Hatta her şey bile.
İnsanların, şirketlerin, ülkelerin iniş ve çıkışları olabilir. Hayatın içinde normal karşılayacağımız bu farklılıklar aslında insanları da şirketleri de ülkeleri de besler, dayanıklı hale getirir. Karşılaşılan sorunların bir daha yaşanmaması için tedbirler aldırır. Alınan bu tedbirler o insanı, şirketi ya da ülkeyi kuvvetlendirir, direncini artırır, krizle baş etmesini sağlar.
Tabii ki aksamalar hiç yaşanmasın isteriz, tabii ki bin bir emek vererek ortaya çıkardıklarımız bozulmasın, umutlar boşa gitmesin isteriz. Bir dostumuzdan ayrılmamak istemediğimiz gibi hayallerimizden de kopmamak isteriz. Alıştığımız düzen sürsün isteriz. Ve bu en doğal hakkımızdır da… Kendimize bin bir güçlükle yarattığımız korunaklı hayatımız devam etmelidir.
Çünkü bir taş üstüne taş koymak hiç de bu cümlede söylendiği kadar kolay olmamıştır. Her girdiğimiz işte bir zafer kazanarak bugünün savaşını vermiş ve kendi özgürlük halkamızı kendimiz inşa etmişizdir. Ve aksilikler yaşadığımızda o alanın daralması bu yüzden kalbimizi sıkıştırır.
Düşünün bir iş yeri sahibi ya da yöneticisiniz, sizden kaynaklanmayan nedenlerden ötürü işler kötü gitmeye başlamış. Neler yaşarsınız? Mahcubiyetleriniz artar. Üzüntüleriniz çoğalır. Zorunluluklar can sıkar. Bocalamalar sizi sizden alır götürür. Belki de siz siz olmaktan uzaklaşmaya başlarsınız. Hele de yanınızda çalıştırdığınız, istihdamını sağladığınız insanlara karşı sorumluluklarınız… İşte o belki de hepsinden fena bir ateşten gömlek misali sizi sarar…
İşler her zaman iyiye gitmeyebilir, zaman zaman durma noktasına gelir, zaman zaman aksar, zaman zaman durur da. Bize düşen olumsuzluklarda sakince açık bir dimağ ile dik durmak. Çünkü her zaman yapılabilecek bir şeyler vardır. Ama telaşa teslim olunduğunda biz bu çıkış yollarını göremeyebiliriz. İşte onun içindir ki telaş böyle zamanlar için bir lükstür.
Sakin olmak, omuz omuza verecek insanlarla birlik olmak, stratejiler kurmak ve aslında hayalperest gibi davranmak, cesaretten cesaret almak ve bir yandan da gerçekçiliği elden bırakmadan mücadele etmek gerekir… İşte bu tavır bizi hedefe taşır.
Ah etmek, karalar bağlamak, teslim olmak… Bunlar geçmişimize yakışmaz. Çünkü yarının neye gebe olduğu bilinmez. Olmazı olur eden hayat, kapılarını kapadığı gibi açabilir de…
Felaketler kötüdür ama ders verir. Elimizdeki servettir aldığımız dersler. O dersleri ileride nasıl kullanacağımız önemlidir. Çünkü ilerisi hep var. Hep olacak. Bizim de yarınlar için birikimlerimiz var. Cebimizde altın değerinde deneyimlerimiz var. Değerli olan da bu.
Mesela şehirleri düşünün ne felaketler görmüşlerdir. İstanbul mesela… İstanbul’da tarih boyunca gerçekleşen afetler nedeniyle yaşanan köklü değişiklikler saymakla bitmez. Tarihçiler kentte yaşanan 1509 tarihli depremden “Kıyamet-i Sugra” (küçük kıyamet) olarak söz ederler. Bu depremin artçıları tam 45 gün sürmüş, İstanbul adeta bir beşik gibi günlerce sallanmıştır. Büyük çapta can ve mal kaybı olmuş, Eğrikapı’dan Yedikule’ye kadar uzanan surlar, Topkapı Sarayı’nın denize bakan duvarları ve kısmen Galata surları yıkılmıştır. 20 Eylül 1563’de ise İstanbul’da büyük sel felâketi yaşanmış, yeni yapılan Mağlova Kemeri ile Kurt Kemeri tamamen, Uzun Kemer’in 16 gözü yıkılmış ve Kovuk Kemer ile Güzelcekemer’in ayaklarını ise temeline kadar oymuştur. 1894 depremi, İstanbul’da bin 87 ev, 299 dükkâna hasar vermiş, şehri çadır kente dönüştürmüştür. Şiddetinin 7 olduğu söylenmektedir. Ya 1936’daki binaları yıkan, tekneleri batıran Haliç’teki Unkapanı Köprüsü’nü parçalayan kar fırtınasına ne demeli? Salgın hastalıklara, sellere, yangınlara hiç değinmiyorum bile…
Hâlbuki şimdi İstanbul denince aklımıza Boğaz’ı, eşsiz güzellikteki kıyıları, tepeleri, tarihi mekanları geliyor değil mi? Çünkü bu şehir saydığımız tüm bu felaketleri yaşadığı halde hepsinden dimdik çıktı. Daha yorgun belki ama asla bitmeyen bir enerji ile gelecek vadederek bugüne geldi. Onu bakınca bu olumsuzlukları görmüyoruz bile.
Tıpkı insanlar gibi. Unutmayalım zaman akar gider geriye hep iyi işler hep kalır. Daha kuvvetli kalır. Daha kalıcı kalır.
Sen gibi, ben gibi, biz gibi…