Saat gecenin ikisi ve kafamda kelimeler uçuşuyorken uyandım. Uyumaya çalışsam da başarılı olamayacağımı bildiğimden, hemen kalkıp yüzümü yıkadım ve oturdum klavyenin başucuna hadi parmaklarım anlatın bakayım dedim: “Neye takıldı yine benim kafam?”. Karşılıklı bir sessizlik yaşadık önce, malum uyku sersemliği de var. Sonra: “Adem!” dedi içimden bir ses. ”Aaa evet Adem!” dedim sonra kendi kendime. […]
Saat gecenin ikisi ve kafamda kelimeler uçuşuyorken uyandım. Uyumaya çalışsam da başarılı olamayacağımı bildiğimden, hemen kalkıp yüzümü yıkadım ve oturdum klavyenin başucuna hadi parmaklarım anlatın bakayım dedim: “Neye takıldı yine benim kafam?”. Karşılıklı bir sessizlik yaşadık önce, malum uyku sersemliği de var. Sonra: “Adem!” dedi içimden bir ses. ”Aaa evet Adem!” dedim sonra kendi kendime. Adem’e takıldı kafam…
Anladınız sanırım, İstanbullu Gelin dizisinin Adem’inden bahsediyorum. Dizileri baştan sona izleyecek kadar vaktim olmuyor ama özetlerini izlemeye çalışıyorum. Dizileri takip etmeye çalışmamda iki neden etkili:
Birincisi: Televizyon Yönetmeliği okumuş olmam. Türkiye’de televizyonculuğun ne durumda olduğunu dizilerden anlıyorum.
İkincisi ve hatta daha ağır basan nedeniyse: Bir Pedagog olarak dizi karakterlerinin psikolojilerinin iyi işlenip işlenmediğinin merakı.
İstanbullu Gelin’in son bölümün özetini islemiştim yatmadan önce. Adem’in içler acısı hali sızlattı yüreğimi biraz sanırım. Öncelikle çok güzel kaleme alınmış bir karakter Adem! Bilmeyenler için kısaca bir özet geçeyim hemen:
Adem ve annesi yıllarca babasının işkencelerine maruz kalarak yaşarlar. Adem, annesini babasından koruyamamanın çaresizliğiyle genellikle odasında sessizce ağlayan bir çocukluk yaşar. Hep babası öfkelenirse neler olacak korkusuyla nefes alınır evde. Babası ölünce annesine elinden geldiğince iyi bakmaya, onu el üstünde tutmaya çalışır. Hayatındaki en değerli kadın annesidir. Gel gelelim Dilara’ya âşık olur ve işler değişir. Evlenirler ve üçü aynı evde yaşamaya başlarlar. Adem ne zaman öfkelense sözlerinden çok ellerinde konuşmaya başlar öfkesi! Kendisi de bu duruma çok şaşırır. Karısına el kaldıran bir adama; yani babasına dönüşmüştür. O yıllarca canavar olarak adlandırdığı babasına… Yaralar sevdiğini. Bu kez annesi odasında sessizce ağlayan olur: “Bunu nasıl yapar benim oğlum?” diye.
Beni etkileyen bu tanıdık senaryonun gerçekliği. İnsan gördüğünden başkası olamıyor ne kadar istese de. Bazen kendinizle o olmak istemediğiniz insan arasında sıkışıyorsunuz. Bir keresinde bana çok sevdiğim biri: “Nasıl bir baba olacağımı bilmiyorum Ebru ama nasıl bir baba olmayacağımı biliyorum: Asla kendi babam gibi biri olmayacağım!” Demişti. Ben de içimden henüz bunu başaran olmuş mudur diye düşünmüştüm. Gördüklerimiz o kadar içimize işliyor ki çocukken, onları yapmamak için aşırı kontrollü bir insan olmamız gerek ve bu yalnız başımıza başarabileceğimiz bir şey değil!
Türkiye’de eğitimi dizilerle yapmalılar bence! Umarım ki Adem karakteri dizide öfke kontrolü tedavisine başlar ve diğer Ademlere de örnek olur bu! Dilaralara da yazık olmasın; maalesef onlardan da çok var. Ne yapsam kızıyor diye kocasından korkarak yaşayan o kadar kadın var ki. Dilaraların bu acıya katlanmalarının nedeni sevdiklerinin kalbini biliyor onlar. Elinde olmadan oluyor bütün bunlar. Yoksa yaralı insanlar neden başkalarının canını acıtmaktan zevk alsınlar ki?
Ah be Adem! Uyutmadın beni gece gece… Hadi canım sana iyi bir psikolog bulsunlar da inşallah, kötü hissetme böyle kendini sen de başkalarını üzüp üzüp. Bak seninle aynı sorunu yaşayan insanlar da seni izliyor ona göre. Ay deli miyim neyim ben ya? Saat 3 olmuş ben yatıyorum Adem!
Kendinizle mutlu yaşamanız dileğiyle…