Siyah Pabuçlar…

Hep derler ya anlatacak çok şey var ama nereden başlayacağımı bilemiyorum diye; Çok fazla duygu birikince, insan gerçekten de nereden başlayacağını bilemiyormuş. Bazen geçmişi özleriz. Bazen de deli gibi koşarak uzaklaşmaya çalışırız. Tam da bu nokta da bir itirafta bulunayım, özlediğim hiç bir şey yok geçmişe dair. Belki anneannemin, bayramlarda karıştırmak için can attığım içi […]

Yayınlama: 24.06.2017
A+
A-

Hep derler ya anlatacak çok şey var ama nereden başlayacağımı bilemiyorum diye;

Çok fazla duygu birikince, insan gerçekten de nereden başlayacağını bilemiyormuş.

Bazen geçmişi özleriz. Bazen de deli gibi koşarak uzaklaşmaya çalışırız.

Tam da bu nokta da bir itirafta bulunayım, özlediğim hiç bir şey yok geçmişe dair. Belki anneannemin, bayramlarda karıştırmak için can attığım içi misafirlerin getirdiği şeker ve çikolata dolu buzdolabı. Bayramın tek eğlenceli kısmı buydu biraz daha büyüyene kadar. Sonra o bile heyecanını yitirdi.

Eğer küçük bir çocuksan hissedebildiğin tek his, tenindeki ve ruhundaki acı oluyor. Mutluluk çocuk oyunu değildi, kendine göre bir takım katı kurallara sahipti ve ben bu oyuna dahil olmayan çocuklardan biriydim.

    Herkes el ele tutuşur kocaman bir halka oluşturur mahallenin ortasında ve çocuklardan biri parmağını doğrultarak herkesi tek tek sayar saçma sapan bir tekerleme eşliğinde, o zaman bile sıra gelmez bazen. Çoğuna gönüllü olarak katılmazdım. Aptalcaydı çünkü. Plastik meşrubat şişesinden, dantel ve ipliklerini koruması için bir düzenek hazırlamak daha eğlenceli geliyordu, mahallenin örgü ören kadınlarına. Ya da kış aylarında kömür kırıp taşıyarak bir şişe gazozu kapmak.

   Hangi oyunun oynanacağına karar vermek bile bir iki saat kaybettiriyordu. Sonunda hiçbir başarının ya da ödülün olmadığı saçma oyunlar. Hayatımda yaptığım en saçma oyun girişimiydi zillere basıp kaçmak. Bir çocuk bunu neden yapar? Okulun tatil olduğu zamanlarda Seferikoz camisinin karşısındaki park benim krallığımdı. Son yılların gelmiş geçmiş en başarılı tahterevalli şampiyonuydum. Bazen rakipsiz dönüyordum eve. En büyük eğlencem de erkek çocuklarını haşat etmekti. Belki tanıdığım en büyük erkeğe olan öfkemden belki de onlardan üstün olabileceğimi kanıtlama çabası ya da belki sadece bana verilen gazla hareket ediyordum.

   Yedi yaşında çocuk olunamayacağını fark ettiğimde oyun alışkanlıklarım bitse de içimdeki bu isyanı ve öfkeyi bugün bile zaman zaman bastırmakta zorlanıyorum.

    Bütün süper-kötü anıları çemberin dışında bırakıp, kafamın içinde depolanmış yüz milyarlarca dosya arasından hatırlamaya değer bir an’ı arıyorum.

    Bir sabah kahvaltısında babamla yumurta tokuşturduğumuzu hatırlıyorum. Başı ve sonu kafamdaki kötü ruhlar tarafından deforme edilmiş bir hatıra. Hangi sabah ya da hangi gün bilmiyorum ama içimdeki bir duygu “N’olur bir bayram sabahı olsun” diyor.

   Biz başaramadık. Dilerim sizin unutamayacağınız bir oda dolusu bayram sabahınız olur. Ailenizin kahkaha sesleri yıllarca kulaklarınızda çınlar ve her anımsadığınızda gülümsersiniz.

Çocukluğumu, kendi çocuğunuzun çocukluğu yerine koyun.

        Çocuklarınıza mesafeli davranmanız, insanlık dışı şekilde eğitmeye çalışmanız, vurmanız, kırmanız, korkutmanız, canlarını yakmanız onları saygın bireyler haline getirmeyecektir.

    Belki gerçekten saygın işlere sahip olurlar ama sevgisiz ve nefretle büyürler. Bu sevgi açlığı da onları zayıflatır. Gizli gizli ağlayan, güçlü görünmek adına bencilleşen, zorbalaşan evlatlar yetiştirmek istemezsiniz. Hepimizin içinde potansiyel sosyopatlar var. Kimimiz suça, kontrolsüzlüğe ve intihara meyilli.

    Zihnimizin en karanlık köşesinde zincirlenmiş, dizginlemekte zorlandığımız canavarlar var. Kendimize bile itiraf edemediğimiz yasak düşünceler. Bununla yaratılmadık. Yaşadığımız her olay her acı, iyi ya da kötü anlamda bir duygumuzu tetikledi.

  Çocuklara istediğiniz her şeyi yapabilir ve yaptırabilirsiniz. Siz anne-babasınız. Kocamansınız, güçlüsünüz, otoritesiniz. Mahrum bırakabilir, ceza uygulayabilir ve incitebilirsiniz. Onların elleri ve kalpleri küçücük, boyları kısa, beş parasızlar. İş güç statü ve de savaşacak kadar hırs sahibi değiller. Akıllarına, çaresizlikten yedi yaşında intiharı getirmeyin.

    Onlara otuz yıl sonra dâhi tebessümle ve özlemle hatırlayabilecekleri tertemiz, rengârenk bayram sabahları bırakın.

     Kurtarabildiğiniz kadar çocuğu kurtarmalısınız. Sadece kendinizinkileri değil.

   Çocuklar Dünya’ya aittir. Ne olursa olsun onlara inanın, dinleyin, görmezden gelmeyin, ve bir çığlık duyduğunuzda lütfen yardım edin.

 

Bunca ağrıya rağmen, her kanayan damarını kendim diktiğim ruhum için şunu söyleyebilirim ki,

 

-Yaşadıklarımdan sonra “aklım” hâlâ yerinde olduğu için şanslıyım. Hayat bana iyi davrandı.

S.Merve CANER

 

Yazarın Son Yazıları
29.06.2017
30.05.2017
17.05.2017
03.05.2017
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.