Sevgilim, Hasretliğin on ikinci yılı bu On ikinci yılı Gönül ağzına kadar dolu Sen diyorum İstanbul geliyor aklıma İstanbul diyorum sen Sen şehrim kadar güzelsin Şehrim senin kadar acılı… (Nazım Hikmet’ten Piraye’ye mektup) Her dilde, her konuda, her duyguda yazıldı mektuplar… Ama en güzel aşka yakıştı. Ayrı sınıflardaydık. Ben sabahçıydım o öğlenci. Öğlen […]
Sevgilim,
Hasretliğin on ikinci yılı bu
On ikinci yılı
Gönül ağzına kadar dolu
Sen diyorum İstanbul geliyor aklıma
İstanbul diyorum sen
Sen şehrim kadar güzelsin
Şehrim senin kadar acılı… (Nazım Hikmet’ten Piraye’ye mektup)
Her dilde, her konuda, her duyguda yazıldı mektuplar… Ama en güzel aşka yakıştı.
Ayrı sınıflardaydık. Ben sabahçıydım o öğlenci. Öğlen arası 20 dakika. Hızla çıktım dışarı. Paydos zili hala çalıyor… Bakındım… Gelmemiş!
Defterimin arasındakini kontrol ettim. Özenle katlamışım akşamdan, öylece duruyor. Bahçe kapısını geçtim. Bekliyorum…
Yüreğim pır pır. Bir rüzgar esse uçacağım. Yazdıklarım geldi aklıma okudum bir daha. “Güzel Yazmışım” diye geçirdim içimden.
Bekliyorum, birazdan geçecek önümden, uzatacağım en mahcup, en çocuk halimle. Gülümseyecek…
İşte göründü. “Allah’ım yardım et”. Ellerim sırılsıklam, yüzüm rengarenk…
Bizim kuşak çok şanslı. Ucundan da olsa, “Mektuplarla aşkı yaşadı”. Yaşattı… Sayfalarca yazıp kendini anlattı, sayfalarca okuyup karşıdakini anladı. Yazılandan tanıdı karar verdi, sevdi sevildi.
Bir sonraki mektup için sabırla bekledi. Belki bir gün, belki bir hafta, hatta aylarca… Sonuçta; beyaz bir kâğıda yazılmış birkaç satırlık yazıydı. Ama bir dönemin en güçlü “Aşk şarkısıydı” tüm dillerde söylenen…
Aşk mektuplarından bahsederken Erol Sayın’dan ”Yine yakmış yar mektubun ucunu” diyen hüzzam bir şarkısını dinleyip devam edelim biz yazıya...
Ya da; Orhan Veli’den bir aşk mektubu okuyalım bir yandan; Nahit hanıma yazılmış olanından. Aşkına karşılık bulma telaşıyla; “Bu mektubumu aldığın vakit, her halde cevap ver Nahit… Bir kaç şey olsun söyle. İstersen bana darıl. Senden cevap almadıkça yazamayacağım. Çünkü içimdekilerden başka hayatım yok…
Bir de şöyle okuyun, bu satırlara özlemi ve yokluğu katarak, “Bir pardösü, bir ayakkabı bir de yol parası tedarik edebilirsem ilk fırsatta gelmek isterim. Gerçi bunları tedarik etmek pek o kadar kolay değil. Fakat bazı umutlarım var. Belki yakın zamanda annemden bir miktar para alabileceğim.”
Pul parası bulamadığı için göndermekte geciktirdiği mektupları da var. “Mektubumu ayın 27’sinde yazdım, fakat parasızlık yüzünden ancak bu gün atabildim”.
Aşk mektuplarının tarihi öyle çok eski değil. 17’nci yüzyılın ikinci yarısı. Mektupla aşk ilan etmenin modası önce İtalya’da ortaya çıkmış, sonra Fransa katılmış bu kervana…
Modanın hızla yayılma nedeni de “örnek aşk mektupları” içeren bir tür katalogların yayılmaya başlaması. Gönül okşayan, bol edebiyat parçalayan mektuplar. Çek içinden, dök kağıda ver sevdiğine bir tane. Kolay ve zahmetsiz iş. “Yazı senin duygu başkasının”.
Fikir de Fransa kralı III. Henri’den çıkmış. İtalyanca öğretmeni Corbelline’ye talimat vermiş. Ülkesinde yazılan aşk mektuplarından bir derleme yapmasını istemiş. Bununla da yetinmemiş kendisi de aşk mektupları yazmış. Saraya yakın tanıdığı yazarlardan da değişik aşk mektuplarını yazmalarını istemiş ve ortaya büyük bir külliyat çıkmış
Külliyat çıkmış çıkmasına da bizimde yıllar sonra bile payımıza; bir ufacık güzel söz okumak için
“Günlerce bekleme” düşmüş. Sılada, gurbette, içerde, dışarıda, seferde, savaşta, acıda, sevinçte, yaşamın olduğu her yerde.
Bazen, “Gözlerini yatırıp uzaklara” beklendi mektuplar özlemle, bazen kimsesizliğe isyandı. “Ellerin mektubu gelmiş okunurdu. Gelmeyenlerin yüreğine hançer gibi sokulurdu, bir ah çekip karşıki dağları yıkardık” hep beraber…
Bazen, geç de olsa kavuşmanın umudunu aşılardı, “Mektubunda diyorsun ki gel gayri, sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.”
İçinde yazılanlar ne olursa olsun, bir dönemin en önemli iletişim aracıydı. Ve herkesin bir hikayesi vardı.
O hikayeyi bir yazan bir de zarfı açan bilirdi. Uluorta değildi aşklar. Özenli dikkatli ve iki kişilik…
Yine Orhan Veli’yle bitirelim…
“İçkiye benzer bir şey var bu havalarda
Kötü ediyor insanı, kötü
Hele bir de gariplik oldu mu serde,
Sevdiğin başka yerde
Sen başka yerde…”
huseyindemir.44@hotmail.com