Bir Hayat Öpücüğüne Muhtaç Binlerce Yalnız

“Kutuplarda ayı avcıları buzların içine jilet kadar keskin bir baltayı yerleştirir, keskin tarafın üzerine biraz kan sürerlermiş. Bunu bilmeyen ayı gelip kanı yalarken dili kesilirmiş. Ama kanın tadından dilinin acısını fark edemez, kendi kanını yalamaya devam edermiş. Damarlarındaki kan tükenince olduğu yere yığılırmış. Avcı da gelip derisini yüzermiş. Avcılar ayıları kurşunlarla vururlarsa, ayının postu delineceği […]

Yayınlama: 16.02.2021
A+
A-

“Kutuplarda ayı avcıları buzların içine jilet kadar keskin bir baltayı yerleştirir, keskin tarafın üzerine biraz kan sürerlermiş. Bunu bilmeyen ayı gelip kanı yalarken dili kesilirmiş. Ama kanın tadından dilinin acısını fark edemez, kendi kanını yalamaya devam edermiş. Damarlarındaki kan tükenince olduğu yere yığılırmış. Avcı da gelip derisini yüzermiş. Avcılar ayıları kurşunlarla vururlarsa, ayının postu delineceği ve çok para etmeyeceği için bu yolu denerlermiş.”(1)                                                                                                    

Şimdi o kan tadını kendi dilinde hissedenlerin sayısı çoğaldı. Kendi dilimizden akan kanı emdikçe gücümüzün tükendiğini, yere yığılacağımızı ve birinin gelip derimizi yüzeceğini hissediyoruz. 

Dışarısı soğuk, karlı ve bulanık. Sokaklar aç, işsiz ve umutsuz insanlarla dolu. Salgın kol geziyor en bilindik kelime maske mesafe hijyen. Aşı, başka bahar kalmış gözüküyor şimdilik.

Bu kış zor geçecek…

Kara kış bastırdıkça kalbimiz Napolyon’un Rus kuşatmasındaki askerleri gibi kar uykusuna bırakmak isteyecek kendini.  Belki yanımızda “Bırakma kendini, uyuma , uyanamazsın” diyecek bir silah arkadaşımız bile olmayacak. Yalnızlığımız gün geçtikçe artacak.

İnsanın acısını insan alır, bizim bu güne kadar bildiğimiz buydu. Söylenecek bir şeyin kalmadıysa elini tutarsın, sarılırsın, omzunu omzuna dayarsın. Fakat bu virüs tüm bildiklerimizi unutturdu bize. Uzaktan uzağa sarılma taklitleri yapıyor şimdileri insanlar.  
Azala azala yaşamaya alışıyoruz. Dilimizden akan kanı durmadan emiyoruz, yere yığılmamıza az kaldı.

Bu kış zor geçecek… 

Kimimiz sokakta soğuktan, kimimiz evlerimizin içinde yalnızlıktan üşüyeceğiz. Kimimiz işsiz kalacak, sabah kadar tavana bakacak ertesi günü nasıl çıkaracağını düşünecek…

Deftere, kaleme, faturaya, kartlara, kredilere  para yetişmeyecek. Cebimizdeki son kuruşu harcarken eve dönüş için “Dolmuşa para kalacak mı?” diye aklımızdan en bilindik matematiksel işlemleri yapacağız.

Biz yoksullaştıkça, sanki netliğini kaybeden bir filmin oyuncuları gibi bizi yönetenlerinin gözlerinde görünmez olacağız. İşsizleştikçe varlığımız istatistiklerin dışına çıkacak, bizi artık sayı olarak bile saymayacaklar.  Ekmek aslanın ağzından midesine geçecek  ama pasta yiyenlerin sayısı  hep artacak.  Mardin de gece yarısı bir evin damından bakınca görünen güney sınırı gibi uzaktaymışız gibi görüneceğiz gözlerine…

Bu kış zor geçecek…

İnsanlar değer vererek hapsedecekler  her şeyi. Daha bir yalnızlık çökecek pencere camlarının önlerine. Birlikte yol  yürüyecek kadar güvenmeyecek kimse kimseye. Sadece işsizler tanımadıkları numaradan arandıklarında heyecanlanacaklar. Karanlığın şeytanları kol gezecek yoksul  mahallelerde. Sokağa çıkma yasakları sürdükçe kaldırımdaki çiçekler susuzluktan solacak. Günler  daha kısalmış gelecek, yaşamın tetiği hep dibine düşecek. Çekiştirip duracak ecel ömrün yakasını ha bire. Dilimizin ucunda dünyanın bütün küfürleri ıslık çalacak…

 Bu kış zor geçecek, dilimizdeki kesiğin sızlamasından belli…                                                                                   

Kanserli bir ülkeye ancak kanserli bir şair doğru teşhis koyabilir diye, elimizde şiirlerden bir fener düşeceğiz sokaklara. Yön tabelaları kendilerini şehrin en eski tutarsızı ilan edecekler, günde iki kez bile doğru yönü göstermiyorum diye. Bir hayat öpücüğüne muhtaç binlerce yalnız gibi karışacağız kalabalıkların arasına. Sisten kaybolan İstanbul’u ağlarla arayan balıkçılarla göz göze geleceğiz. Ansızın gelen bir dolu yağmuru dövecek hepimizi.

Evet bu kış çok zor geçecek. Ama biz yine de sapasağlam çıkacağız bu toz bulutların arasından, bu yoksulluktan,  bu salgından..

Belki biraz yorgun; mutsuz,  belki biraz daha eksik. Olsun neyse payımıza düşen onla baharı kucaklayacağız. Dilimize değen kanın kendi kanımız olduğunu fark ederek, keskin bıçağı yalamaktan vazgeçeceğiz. Hayatta kalmak için neleri feda etmedik ki bu güne kadar deyip, bu ülkenin acısına yeryüzü nasıl dayanıyorsa bizde öyle dayanacağız kendi acımıza.

Bahar hangi renkte gelirse gelsin bizimde payımıza düşecek elbet, bir parça mavi, bir parça yeşil. Yasını  tutulacak anımız mı kaldı diyerek, hele bir bahara çıkalım bir yıl daha yaşama şansı bahşedeceğiz kendimize…

1- Cezmi Ersöz. “Dilimdeki kesik” makalesinden.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.