“Edebiyat karın doyurmaz çay içirir”(1) dense de bazen bir bardak çaydan bir ömür dolusu mutluluk ve doyum alabiliyor insan. Bazen iki satır bir şiir aklın açtığı tüm yaraları tedavi edebiliyor. Yeter ki ay ışığında yıkanmış olsun şairi… Şiir, gölgeyi dansa davet eden bir yankıdır.(2) O nedenle yanında hep bir fazlalık ister. Tek başına ortalıkta görünmemeye […]
“Edebiyat karın doyurmaz çay içirir”(1) dense de bazen bir bardak çaydan bir ömür dolusu mutluluk ve doyum alabiliyor insan.
Bazen iki satır bir şiir aklın açtığı tüm yaraları tedavi edebiliyor. Yeter ki ay ışığında yıkanmış olsun şairi…
Şiir, gölgeyi dansa davet eden bir yankıdır.(2) O nedenle yanında hep bir fazlalık ister. Tek başına ortalıkta görünmemeye itina eder.
Duygu diline ilham taşıyacak nehirlerin yükselip çağlamasını bekler. Yani bahane arar durur. Bahanesiz şiir alkolle yıkanmış muhabbet gibidir, yoldan çıkmaya meyillidir her zaman.
Şiir, sırf kelimelerle oynanıp hecelere, mısralara dönüşmeyi sevmez. Ağıtlara benzerler biraz. Birden bire çıkmak isterler yüreklerden, birden bire çoğalmak isterler yüreklerde.
Sizin ömür yangınlarıyla ördüğünüz saçları, başkalarının kötü dizelerle çözmelerine izin vermezler.
Şiir, tüm aşkların hizasını belirleyen hikayelerin öznesidir. Ortada bir şiir varsa, etrafta mutlaka bir aşk kokusu alırsınız. Şiir okuna okuna açılır, aşkların kalplerinde ki denizlere inen tüm sokaklar. Oradan sürüklenip karışır maviliklere…
Aşkla yazılmış, hiç bir şiir ihanet etmez şairine.Babalar gibi hep perşembe, anneler gibi hep cuma’dırlar.
Dört mevsim sonbaharı yaşayıp, aşk acısıyla akarsulara özenip kendini taştan taşa vuranlara en korunaklı liman olurlar.
“Bir derdin var” der gibi bakarlar şairinin gözünün içine. Sessizce, sahipsiz bir hatıra gibi gelip geçen trenleri,yılgınlıklar taşıyan posta vagonlarını, biletsiz kaçak yolcuları seyrederler.
Uzun yolculuklara daima hazırdırlar.
Ama çok sulayınca solan, az sulayınca kuruyan kararsız çiçek gibidirler.
“Ne yazdığın önemli değil ne okuduğun önemlidir” deseler de, en çok “Yazdıklarını ne kadar hissettiğine” takılırlar. Beğenmediklerini dut gibi sallayıp dökerler yerlere.
Babasının sık sık tayını çıkan bir çocuğun, Sirkeci’den Hicaz’a kadar bütün istasyonların adlarını bir çırpıda sayabilen “bir şehrin yerlisi” olmaya fırsat bulamayan sürgün memur çocukları gibi kelimesiz,hecesiz, şiirsiz ve arkadaşsız kalırsın oracıkta.
Aşık kör bir adamın sitem etmesi gibi sevdiğine, “Seni benden başka herkes görüyor” feryadıdır şiir. Denizi ilk defa gören çocuğun birden bire yaşlanması neyse odur şiir(3).
“Pencerenden bir gül attığın zaman/ışıkla dolacak kalbimin içi/geçiyorum mevsim gibi kapından/gözlerimde bulut,saçlarımda çiğ”(4) diyebilmektir şiir.
1- Sıddık Akbayır
2- Carf Sandburg
3-Edip Cansever
4-Ahmet Muhip Dranas