Kuşlarla, göz hizasında, camın önünde oturuyorum. Dışarısı bir garip sessizlik. Normal zamanlarda durmadan çocuk üreten karşıdaki park şimdilerde kuşlara emanet. Şehrin üstünden hızla dağılmış denizin buğusu. Sonbahar gelmiş geçiyor, yapraklar ömürlerini tamamlamış. Sokaklar ıssız, ne giden bahar umurunda ne de gelecek yeni yıl. Her şey kendi hüznünün yanına uzanmış bir mucize bekliyor. Dünya, kapatmış elleriyle […]
Kuşlarla, göz hizasında, camın önünde oturuyorum. Dışarısı bir garip sessizlik. Normal zamanlarda durmadan çocuk üreten karşıdaki park şimdilerde kuşlara emanet. Şehrin üstünden hızla dağılmış denizin buğusu. Sonbahar gelmiş geçiyor, yapraklar ömürlerini tamamlamış. Sokaklar ıssız, ne giden bahar umurunda ne de gelecek yeni yıl. Her şey kendi hüznünün yanına uzanmış bir mucize bekliyor.
Dünya, kapatmış elleriyle yüzünü gün sayıyor. Neredeyse bir yıldır, ha bu gün, ha yarın “biri öpse de bitse bu kabus” düşündeyiz. Umudumuz bir gün kuyuların dibinde, diğer gün Mısır’a sultan. Bunca gel-git’lerin arasında can çekişiyoruz.
Geçmişe takılı kalmış yaşanmışlıklarımızı anıp dururken önümüzdeki karanlığa bakıp bakıp, kim bilir kaç günaydın’ımız daha kaldı, kaç iyi gecelerimiz var diye kaygılanıyoruz.
Üstelik Poker oyunundaymışız gibi elimizi nereden görüyorsa, artırdıkça artırıyor. Turkuaz tablodaki artan rakamları dizginleyene aşk olsun.
Geçen mart ayında resmi bir açıklamayla başlamasına da, haziran gelemeden her şey günlük gülistanlık olmuşçasına aynı hızla bitişine de bir anlam veremezken, şimdi daha büyük bir dalgayla boğuşmaya başladık.
Bir dosta, bir sevgiliye sarılabilmenin güzelliği, nefes alıyor olmanın dayanılmaz hafifliği, canının istediğinde kapıyı vurup çıkabilmenin özgürlüğü, sıkıcı iş hayatımızın oysa ne kadar renkli olduğu, yolların yürümekle aşındığı, düşen sonbahar yaprakların peşinden koşturan çöpçülerin telaşı, deniz kenarlarında yakamozların kimseden çekinmeden sevişmeleri, korkmadan kalabalıklara karışabilmenin lüksü yok uzun zamandır.
Her şey, şimdilik maske, mesafe ve hijyen uzaklığında. İnsanlık, aman benden uzak cehenneme direk temennisinde…
Bunca karmaşanın, bunca toz bulutunun arasında, bu güne kadar her tekrarını heyecanla beklediğim tek özel günüm diye duvarlara çentik attığım yeni bir yıl yaklaşıyor. Gelen gideni aratır mı bilemem ama 2020 yılı ömrümüzden sayılmasın ve hepimizin bir sene alacağı olsun diye, şu yorgun dünyayı bir yerlere şikayet edeceğim ilk fırsatta, bu böyle bilinsin.
En az üç hafta öncesinden tebrik kartlarının sergilendiği, insan kalabalığının yoğun olduğu caddelerde başlayan telaş, ışıl ışıl dükkan vitrinleri, o akşam için yapılacak hindili, tavuklu, meyveli, çerezli alışverişler sonrasında kurulan kocaman neşeli sofralar, tombala oyunları, tek kanallı televizyonlar da dansöz Nesrin Topkapı’yı bekleme telaşı -yakın çekimlerde evin erkek çocuklarının ekrandan gözlerini kaçırma mahcupluğu- saat 12’ye yaklaştığında toplu geri sayım çığlıkları,temenniler, dilekler yok şimdilerde.
Pandeminin ilanından önce bu sevinçlerimizin bir çoğunu unutsak da 2020 yılı başlarında Covit-19 belası ile son kalan kırıntıları da çıkardık elden. Aniden gelen kar fırtınasına tutulmuşcasına göz gözü görmez oldu. Kapandı dünyanın tüm çıkış koridorları.
Onca eşin-dostun bu hastalığa yakalandığı, onca eşin-dostun bu hastalıktan iyileştiği, öldüğü günler yaşıyoruz. Hepimiz cephenin tam ortasındayız. Yanmış tüm tahtadan gemilerimiz, dönüş yok. Ve en kötüsü bu savaş ne kadar sürecek belli değil.
Almanya,Amerika ve bu belayı başımıza saran Çin aşı rekabetine giriştiler ama tünelin ucu hala kapalı.
Kuşlarla, göz hizasında camın önünde oturuyorum. Ağaçlar kapı komşum.
Ölüm kol geziyor şehirlerde. Sokaklar, caddeler, meydanlar insansız. Hastaneler, gasilhaneler, mezarlıklar hınca hınç ölü bedenlerle dolu. Eksiltilmiş rakamlarla akşam haberleri, sürekli çoğalarak artan kontörlü turkuaz tablolar, birbirlerini sürekli yalanlayarak açıklama yapan yetkililer. Maske-mesafe-hijyen üçlemesi…
İnsanlar arasındaki derin eşitsizlikler düzeltmedikçe, doğal kaynakları insafsızca tükettikçe, beton seviciliği ve doğa düşmanlığıyla dengeleri bozdukça, toplumsal eşitsizlik ve herkese hakkı olan sağlık hizmetleri sunulmadıkça yeni yeni salgınlarla güvensiz, endişeli yaşamlarımıza devam edeceğiz gibi görünüyor.
2021 yılına çok az bir zaman kaldı. Caddelerin kaldırımlarında, yılbaşı tebrik kartları stantları yok. Resmi bir dille yasaklanan lokantaların,kahvelerin, cafe’lerin, çay bahçelerinin vitrin camlarında “Hoş geldin yeni yıl” yazıları eski bir hüzzam şarkının sözleri gibi mahcup, silik…
Kimin kimi ne kadar serinleteceğine ağaçların, kimin hangi patikadan yürüyeceğine otların, karar verdiği bir ovadayız sanki.
Birazdan kara kış bastıracak, kalbimiz Napolyon’un Rus kuşatmasındaki askerileri gibi kar uykusuna bırakmak isteyecekler kendilerini. Belki yanımızda “Bırakma kendini, uyuma! Uyanamazsın” diyecek bir silah arkadaşı bile olmayacak…
Ama olsun. Umut; insanlar birbirini sevmeyi öğrendikçe hep var olacak, hep filizlenip yaprağa, meyveye dönüşecek.
“Krallara ihtiyacı olan yalnızca soytarılardır” dercesine son sözü her türlü salgının üstesinden gelmiş insanlık söyleyecek. Kökünden kesilmiş ağaç gibi yine de gerçekleştirmek isteyeceğiz dallarımıza bağlanan dilek topaçlarını…
Elbette geçecek bu günler, elbette kurtulacağız bu lanetli 2020’den.
Yeniden kutlamaya başlayacağız “Şiir bizim eski suç ortağımız, biz ne işlediysek onunla işledik(1)” diyerek gelecek güzel yeni yılları.
Yeni yılınız şimdiden kutlu olsun.
1-Gülten Akın.