Savaş mı dediniz? Yapmayın!..

“Sevgili Babacığım ve Vâlideciğim, Arıburnu’nda ilk girdiğim müthiş muhârebede sağ yanımdan ve pantolonumdan hâin bir İngiliz kurşunu geçti. Hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muhârebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından, bir hâtıra olmak üzere, şu satırları yazıyorum…” (Çanakkale 1915) “Sevgili Babacığım, bir süreden beri Limni’deki hastanedeydim. Ateş hattına yeni döndüm. Dizanteri yüzünden çok zor günler geçirdim. Şimdi daha iyiyim. Savaşın […]

Yayınlama: 22.12.2017
A+
A-

“Sevgili Babacığım ve Vâlideciğim, Arıburnu’nda ilk girdiğim müthiş muhârebede sağ yanımdan ve pantolonumdan hâin bir İngiliz kurşunu geçti. Hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muhârebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından, bir hâtıra olmak üzere, şu satırları yazıyorum…” (Çanakkale 1915)

“Sevgili Babacığım, bir süreden beri Limni’deki hastanedeydim. Ateş hattına yeni döndüm. Dizanteri yüzünden çok zor günler geçirdim. Şimdi daha iyiyim. Savaşın bitmesini istiyorum. Artık canıma yetti. 1. Tugayın Tekçam mevkiine yaptığı taarruzu okumuşsundur. Ben de o taarruzda yer aldım. Daha fazlasını görmek istemiyorum. Türk siperlerine ulaştığımızda her şeyin ve hepsinin deniz topçu atışıyla paramparça edildiğini, Türklerin orada burada üçerli dörderli üst üste yığıldığını gördüm. Burada bir Connaught Taburu var. Bir haftadır ölüleri gömüyorlar…” (Anzak Askeri 1915)

“… Sen rahipsin baba ve insan son mektubunda sadece doğru olanları veya doğru olduğuna inandıklarını söyler. Ben Tanrıyı her bomba çukurunda, her yıkılmış evde, her köşede, her arkadaşımda, siperimde yatarken ve gökyüzünde, hep aradım. Kalbim onu çığlıklarla çağırırken o kendini göstermiyordu. Evler yıkılmıştı, arkadaşlar benim kadar korkak veya cesur; yeryüzünde açlık ve cinayet kol geziyor, gökten bombalar ve ateş yağıyordu; sadece Tanrı ortada yoktu. O, yalnız sizin orada vardır, sizin kutsal kitaplarınızda ve dualarınızda, rahiplerin ve papazların dindar konuşmalarında, çan seslerinde, buhardan kokularında; ama Stalingrad’da değil.” (1945 Stalingrad) (Stalingrad’dan Son Mektuplar, Kıyı Yayınları,1988 Eylül, Çev: Muammer Sığırcı.)

“Babacığım, Savaş iyice kızıştı. Ne kadar sürer bilmiyorum. Eskiden balkanların en büyük Rus yapımı Demir-Çelik fabrikasının giriş kısmında bizim birlik. Arka tarafımız silah ve mermi imalathanesi. En ilkel şartlarda onlarca insan gece gündüz çalışıyor. Etrafımıza zaman zaman serseri havanlar düşüyor. Umarım hiç kayıp vermeden sevdiklerine döner buradaki askerler. Kaldığımız şehirden her gün eski tip kamyonlarla cepheye asker taşınıyor. Giden- gelen sanki nöbetleşe bir savaş var. Bir yandan da şehri ikiye bölen Bosna Irmağı’nda gün boyu güneşlenen insan görmek mümkün. Savaş yokmuş gibi…” (1994 Bosna-Benim babama gönderdiğim. / Hüseyin Demir).

Savaşların tarihi insanlık tarihi kadar eski. Bu güne kadar Kaç ülkeden, kaç dilde yazıldı, böyle mektuplar. anneye, eşe, sevgiliye… En ağır, en acımtırak satırlarıyla son mektuplar…

Ne ister insan insandan!

Nasıl izah etmeli, Anadolu’dan kalkıp, Yemen’de, Mısır’da, Kore’de can pazarında can vermeyi. Dilini dahi bilmediğin insanlarla savaş diliyle boğazlaşmaya girişmeyi…

Ya da Vietnam’da bir Amerikalı, Afganistan’da bir Rus, Irak’ta bir İngiliz ya da Çanakkale’de Fransız’ı, Hintlisi, Avustralyalısı, Yeni Zelandalısı…

Ne için bunların hepsi? İnsanlık adına insanı öldürme provaları…

Kişisel hırs, toprak, enerji ya da her ne ise değer mi bir insanın hayatına?

Kayıp olduğunda yerine gelemeyen tek şey canlı değil midir oysa?

Küçücük dünyada, birbiriyle, komşularıyla savaşmayan herhalde bir ülke yok.

Daha iyi yaşamak için daha fazla öldürdü dünya.

Ama bir adım öteye gidemeden, öldürdükçe inadına çoğaldı dünya…

“Savaş yaklaşık 8 yıl sürdü ve bittiğinde ne Irak, ne de İran bir karış toprak kazanabilmişti. Fav ve çevresindeki sazlık bölgelerde binlerce Iraklı ve İranlı askerlerin cesetleri vardı. Her yer çok kötü kokuyordu. Ağır koku cesetlerden ve daha sonra öğrendiğimize göre Irak ordusu hardal gazı kullanmıştı ondan geliyordu. Cesetleri, Iraklılar “Allahüekber “diye İranlılar “Allah Allah” edaları ile ayırıp topluyorlardı. Tıpkı savaşırken attıkları cesaret nidaları gibi.” “-Amerika’nın, Irak işgalinde Bağdat’a gitmiştim. Rahat edeceğim bir yer gösterdi Talabani ile görüştükten sonra korumalar. Gittiğim yer Udey’in (Saddam’ın oğlu) küçük saraylarından biriymiş. Yatmadan önce girdiğim banyonun yüzölçümü yaklaşık 200 metrekare ve her tarafı kristal camlı. Ve sokaklarda yüzlere perişan, yaşamlarını ölümlerle sonlandıran Iraklı…” “-30 dakika kadar sonra Ermeni tarafından içinde 5 askerin olduğu bir cip vadi boyunca Azeri tarafına doğru ilerledi, Azeri tarafından yakıt dolu 4 tanker göründü. Ermeni askerler yakıtları getiren askerlere, dolar dolu çantaları verip tankerleri alıp Ermeni bölgesine getirdiler. Ertesi gün (23 Temmuz 1993) Ermeniler Azerilerden aldıkları bu yakıtı tanklara doldurarak “Ağdam” kasabasına saldırarak ele geçirdiler. Ağdam de zavallı Azeri halkı kendi soydaşlarının ihanetine Ermeni askerlerinin tank ve top ateşlerinin hedefine uğramıştı” (Hüsnü Mahalli. Maniki Dünya, Destek Yayınlar)

***

Gerekçe ne olursa olsun, insanı yaşatmak için insan öldürmenin dışında bir yol bulunmalı.

Eski- yeni bütün savaşlarda akan kan kırmızı. Acı kırmızı. Geride bıraktıkları dünya kırmızı…

Savaş mı dediniz?

Yapmayın!..

 

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.