FİLM İCABI

Ortaokul sonlarıydı.Telefonların bağlatmalı, televizyonların karaborsa  ve sinemanın parası olana daha ulaşılır olduğu yıllardı. İlçedeki  çalışır durumdaki  tek sinemanın (Ahtım Sineması)  önünde içeri girebilme ihtimali olan dakikalar yaşardık. Bazı zamanlar müşterisi az olunca filmin,içerden  bir görevli çıkır “Haydi sizde geçin, koltuklara oturmak yok ama duvara dizilip öyle ayakta izleyeceksiniz” derdi. Bazen de unuturlardı bizi dışarıda. Böyle […]

Yayınlama: 16.06.2021
A+
A-

Ortaokul sonlarıydı.Telefonların bağlatmalı, televizyonların karaborsa  ve sinemanın parası olana daha ulaşılır olduğu yıllardı. İlçedeki  çalışır durumdaki  tek sinemanın (Ahtım Sineması)  önünde içeri girebilme ihtimali olan dakikalar yaşardık. Bazı zamanlar müşterisi az olunca filmin,içerden  bir görevli çıkır “Haydi sizde geçin, koltuklara oturmak yok ama duvara dizilip öyle ayakta izleyeceksiniz” derdi. Bazen de unuturlardı bizi dışarıda. Böyle durumlarda film arasını bekler, dışarıya sigara içmek için çıkanların geri dönüşlerinde aralarına karışır içeri girerdik. Filmin ikinci yarısını izler, ilk kısmı ile bağlantısını kurardık kendimizce.  Her film gibi, bizimde bedava izleme maceramız mutlu sonla bitmez bazen bu dışarıda beklemeler  siftahsız haftalarca sürebilirdi.

Beyazperde’de “Her şey film icabıydı” belki ama ben daha o yıllarda bir şeylerin ters gittiğine kanaat getirmiştim. Mesela Yılmaz (Güney) Abi’nin  öldürdüğü kötü adamların bir kaçını daha sonra Cüneyt (Arkın) Abi de öldürüyordu. Üstelik bir güzel dövdükten sonra. Nasıl oluyordu ben hiç anlamıyordum. Ne ara canlanmışlardı bu kötü adamlar!

Etrafımızda zengin köylü yoktu, azıcık hali vakti yerinde olanların bile kıyafetlerinden paralı oldukları anlaşılmazdı. Sinema da gösterilen köylüler bizimkiler hiç benzemiyordu. Boyunlarında fularları,sırtlarında yakası kürklü kabanlarla köyün ortalarında dolaşırlardı. Köyün en zengini bile yaz kış kara lastikle dolaşırken bunlar yaz günü yağmur çamur yokken bile  deri çizmeler giyerdi. Kim kaybetmişti ki  köylük yerde bulup onlar  giysinlerdi. Köylü köylüydü ama sinemadaki köylüler nerelerde yaşardı bilen yoktu.  Hele birde yemek yerken kaşığı kürek sapı gibi tutmaları yok mu? Kimi taklit ediyorlardı bilen olmamıştı o yıllarda.

Birde ellerinde kocaman but, ağızlarından döke saça yerdi bazı kötü adamlar,üstüne de kalleş kalleş gülerlerdi.(En çok da  Erol Taşa yakışırdı böyle sahneler).

En çok da bavul  taşıma şekillerine gıcık oluyordum. Açık saçık belliydi taşınan bavulun boş olduğu.

Bu sahneler çok tutmuş olacak ki günümüzde bile film veya dizilerde kız ya da oğlan elindeki bavulu çocuk oyuncağı gibi taşıyor. Sonra odaya geçip açtıklarında bir sürü şey çıkıyordu içinden. Nasıl bir gizemdi bu, çözebilene aşk olsundu.

Arabaların motor sesi hiç azalıp çoğalmazdı, araç hızlı gitse de yavaş gitse de ses hep aynı tondaydı. Yaklaşıyor mu ,gidiyor mu anlayamazdın!

Aşık olunan köylü kızı hiç makyajsız, fönsüz dolaşmazdı. Mutlaka bir kaç seveni olurdu. Tabi en başta da köyün kudretli ağaları. Önüne servet dökülse de dönüp bakmazdı.Yokluk,yoksulluk aşktan öte değildi.

Yumurcak, Sezercik,Ömercik filmleri  iyiydi, güzeldi hoştu ama  aynı yaşta olan biz çocuklara hiç benzemezlerdi. Bizim saçlarımızı bit düşmesin diye sürekli üç numaraya vurulurdu. Bizde onlar gibi saç uzatmaya kalkışsak önce evde papara yerdik sonra okulun kapısında elinde makasla bekleyen okul müdüründen. Bir tren yolu açarlardı kafamızın ortasına. Doğru eve. Sonra da üç numara yapıp saçımızın tamamını düzeltecek  berbere veya  evinde Alaman malı traş makinesi olup da  kullanabilen büyüklerimizin evine koşardık. Saç uzatmak o yaşlarda görülmüş şey miydi?

Hele “Çabuk doktor çağır” dendikten bir kaç dakika içinde doktorun elinde sıhhi çantasıyla eve gelişi, tüm zamanların ambulans hizmetlerine taş çıkarır türdendi. Hiç birimiz “eve doktorun gelmesinin bedeli kaç paradır acaba”  diye merak etmez, bu hizmetin ülkenin neresinde verildiğine kafa yorardık. Gelen doktorlar hep yaşlı ve babacan olurdu. Sahnedeki diğer oyuncular gibi bizde doktorun ağzından çıkacak söze bakar, sanki o ailedenmiş gibi kaygılanır üzülürdük.

Oyuncuların köylü gibi konuşmaları tam bir komediydi. Günümüzde bile dizi ve filmlerde aynı komediyi sürdürüyorlar.  Hiç Karadeniz’e  gitmemiş birinin o yöre insanları gibi konuşmaya çalışıp, aralara düzgün İstanbul şivesi sıkıştırmaları çok sevimli gelmezdi.                                                                                                                                

Halay sahnelerinde neden folklor ekibi oynardı hiç anlamazdım…

Bazı filmler “aile filmleri” idi. Aile olmayanların gitmesi yasak mıydı?  Gençler tek başına gidemiyorsa böyle filmlere aileler neden bizim  seyrettiğimiz  filmlere gelebiliyordu? Hangi kriterler, neye göre belirlenmişti? Hiç cevabını bulamazdım.

Aşık oluyorduk  sık sık artistlere. Kime aşık olunmuşsa o diğer çocuklar için “Yengeydi ” artık. Söz,laf etmek düşmezdi başkalarına. Yakışmazdı, ayıptı kavga nedeniydi. Ama filmlerde yengemiz elin heriflerine aşık oluyor, yakınlaşıyor sonrasında  da olanlar oluyordu.. Olsun o film icabıydı.

Sonraki yıllarda seks filmleri furyası başladığında hiç artist yengemiz olmadı. Yenge kavgalarımızda böylelikle son bulmuştu.

Bir filmi, daha çok sonunda ne olacağı merakıyla seyreder, filmin sonlarında tam bir netlik isterken aynı zamanda sonu da hep güzel bitsin, hep  iyiler kazansın isterdik.  Yeşilçam neredeyse otuz yıl bu beklentimize yanıt vermekle uğraşan bir hayal dünyasıydı. Ondandır ki  çocukken seyrettiğimiz ve çok sevdiğimiz hiç bir film içimizde yıllar geçse de unutulmayacaktı.

Çocukluktan gençliğe geçerken en çok  kitaplara ve bu sinema afişlerine tutunurduk. O zamanlar sıfatlarımız daha yoğun , benzetmelerimiz daha süslü ,duygularımız daha keskin çıkışlarımız daha sivriydi.

Sinema bizim için; Yalnızlığın üstüne kanatlanan taşralı bir şiirdi, gurbet kuşlarından ödünç alınmış eksik bir yağmurdu arada bir yağan.

Sinema bizim için bir aşktı. Çünkü sinemada aşk da insan gözünün, insan yüreğinin bir aldanışı üzerine kurulmuştu. Hayal olduğunu bildiğimiz perdeye bütün yüreğimizle inanmıştık. Önce bir aldanışa aşık olmuştuk, sonra o aldanıştan birçok hakikat yaratmıştık.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.