Bizim balonlarımız vardı

Çocukluğum 80’lerde geçti, çocuk büyütmeye başladığımda 2000’lere girmişti dünya.Şimdilerde unutulsa da, o yıllarda mucize bir sözdü  “Milenyum”. Kimse anlamını tam bilmez kendine göre yorumlardı bu gelen  yeni yüzyılın adını.  Bende ‘zenginlik’ kelimesini çağrıştırmıştı, içindeki harflerin Türkçeden aykırı dizilişi. Kulağa, İngilizceden bozma zengin  bir girişi vardı.  Zenginliğin kelimelerle olmayacağını  o yılarda anlamıştım. Çocuklarımıza sunduğumuz imkanlarla, bizim […]

Yayınlama: 23.05.2021
A+
A-

Çocukluğum 80’lerde geçti, çocuk büyütmeye başladığımda 2000’lere girmişti dünya.Şimdilerde unutulsa da, o yıllarda mucize bir sözdü  “Milenyum”. Kimse anlamını tam bilmez kendine göre yorumlardı bu gelen  yeni yüzyılın adını.  Bende ‘zenginlik’ kelimesini çağrıştırmıştı, içindeki harflerin Türkçeden aykırı dizilişi. Kulağa, İngilizceden bozma zengin  bir girişi vardı.  Zenginliğin kelimelerle olmayacağını  o yılarda anlamıştım.

Çocuklarımıza sunduğumuz imkanlarla, bizim çocukluk  günlerinin imkansızlıkları arasına ki uçurum yıllar geçtikçe açıldı. Kendi çocukluğumuzu anlatsak, dinlerken sıkılmayacak kaç çocuk kaldı ki günümüzde. Tüketimin, güvensizliğin bol olduğu bu dünya atlasında, bu internet çağında kim  değerli kılardı bizim “anı” diye biriktirdiğimiz onca şeyi.

“Benim balonlarım vardı/Onları kimler aldı/Mutlu bayramlar vardı/Kim bilir nerde kaldı”. Bilen var mı bu şarkıyı?

Bizimde balonlarımız vardı.

Her yaş aldığımızda, bazıları patladı, bazılarının havaları söndü. Ya da biz büyüdükçe salıverdik iplerinden bir bir.  Mardin de gece yarısı, bir evin damından bakınca görünen güney sınırı gibi semada izledik  onlarca balonun kayboluşunu. Elimizde kalanları; ömrümüzden kalanımız olduğunu kabullenip yolumuza devam ettik…

Arkası yarınlı Radyo Tiyatrosundan sıkıldığımızda,siyah beyaz tek kanallı televizyonlar girdi hayatımıza. Her salı ve cumartesi  günleri toplanıp bir komşuda  “Türk filmi” seyretmenin tadı nasıl anlatılırdı ki? Sadece  film aralarda konuşulduğu, çay kaşığının sesi  ince belli bardakta nameli şakırdadığı  ve çay servisi yapmaktan yorulan ev sahibinin kızlarının söylendikçe, annelerinin “ayıptır” diyerek azarlaması nasıl anlatılırdı?

Pazar günleri kovboy filmleri başlamadan,hiç bitmeyecek gibi gelen klasik müzik saatleri bile içimizden  kara trenler geçirirdi, dumanıyla genzimizi yaka yaka.

O zamanlar zenginler otururdu apartmanlarda, apartmana taşınmak sınıf atlamaktı. Bize de bahçe içinde hayvanların barınaklarıyla yan yana yapılmış küçük evler düşerdi. Sobanın yandığı tek odalarda yemek yapılır, yemek yenir ve akşam yere serili yün yatakların sıcaklığında uyunurdu.

Sokaklarda oyunların bini bir paraydı. Körebe,çelik çomak,birdir bir,istop,ip atlama… Marifet evde tek başınayken, kendini oyalamaktaydı. Kimsenin seninle ilgilenmesine gerek yoktu, kendi oyuncağını kendin yapar,kimseyi bulamazsan kendinle oynardın.  Çocuk sıkıldı, çocuğu eğlendirelim, çocukla kaliteli zaman geçirelim lafı henüz icat edilmemişti. Anne -baba  bir şeyle uğraşırken gidip başına dikilir, sorular sorardın onlarda seni o işe dahil ederdi ,böylece birlikte (kaliteli) vakit geçirmiş olurdun.

Köyler, tanıdık garantisindeydi  şehirlerde ise mahallecilik vardı. Esnaflar her çocuğu tanır, göz ucuyla takip eder,kollar icabında ailesine raporlardı. Birilerine çaktırmadan iş çevirmek neredeyse imkansızdı. Babamızın elimizden tutup götürdüğü tek yer resmi  bayram yerleriydi. Okul servisleri, dershaneler, keman kursuları, piyango dersleri, drama eğitimleri, basketbol antrenmanları  vesairesi olmazdı.

 Okul, yürüme mesafesindeydi ya da kilometrelerce tabana kuvvet mesafesinde. Bisiklete binilip fırlayınca evden,  “güzeller maceraya çıkmaz,maceraya güzel için çıkılır” dercesine it ayağı yemiş gibi gecenin geç saatlerine kadar dolaşırdık. Eve geldiğimizde yokluğumuz anlaşılırdı.Tek bir bisiklete çarpan araba vakası da yaşanmamıştı.

Hep beraber oturulurdu sofraya, uzun süre başından kalkılmazdı, günlük terapi saatiydi herkesin birazda. Kendince anlatır rahatlardı evin her ferdi. Herkesin evde eşit  bölüştürtmüş işi vardı. Odunları baba kestiyse taşımak erkek çocuklara, bulaşığı anne yıkadıysa kurulamak kız çocuklara düşerdi.

Pazar günleri eve iki ekmek,birkaç gazete ve mutlaka Gırgır dergisi girerdi. Genelde bu iş, en erken kalkan baba yapardı. Sırasıyla okunur, haberlerin içeriğine göre ev halkıyla kriteri yapılırdı.

Eskiden nevresim, ortopedik yastıklar, mekan yataklar yoktu. Büyük bir örtü üstüne yün yorganı seriyordu annelerimiz, başlıyordu yorgan iğnesi ile dikmeye. Sende bir ucuna geçip hikayesini sorgulamaya başlıyordun yerdeki  yorganın. Bu senin çeyizden mi? Kim hediye etti? Kaç kilo geliyor? Yün mü daha sağlıklı, pamuk mu? Evlendiğinde kaç yorgan getirdim? Annen kaç yatak verdi evlenirken? Kaç koyunun yününden bir  yatak (yorgan- döşek)çıkıyor? Al sana matematik,al sana genel kültür, al sana aile içi dedikodu… Tüm bu sorulara cevap verecek bir google amca henüz icat edilmemişti.

Az şey biliyor, azla idare edebiliyor  ve o azla  çok mutlu olmasını biliyorduk. Ağacın yeşilini, denizlerin mavisini, tabiatın güzelliğini, toprağın kokusunu genzimize çeke çeke  öğrendik birlikte yaşamayı. Hayallerinden başka hiç bir şeyi olmayan kara kara çocuklardık. Yaşamayı da yaşatmayı da anlamlı kılmasını  bilirdik.                                                                                                                                                                 

İki yalnızlık bir mektupta buluşunca, birde konu dönüp dolaşıp şiire gelirse, aşk kaçınılmaz olurdu.   En az bir Karacaoğlan türküsü bilmeyene kız verilmezdi.

Vapurun düdüğünün sesi, şehrin kalabalık caddelerdeki  uğultusu, tramvayın zili, pazarcı çığlıkları, meyhaneden taşan kahkaha, kahveden gelen okey taşları, mahallenin delisinin azarları, meraklı teyzelerin tiz sesli soruları, otobüslerin tıkış tıkış yolculuğu, ve birde aniden bir yerlerden duyulan Ahmet kaya şarkısı kaldı şimdilere. Birde ne güzel günlerdi, o günler serzenişi…

Evet bizim balonlarımız vardı /Onları kimler aldı?/Söylenen bütün masallara inanırdık/Onlar mı bizi kandırdı biz mi aldandık. 

(şarkı sözleri: İbo)

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.