Kurtarma Operasyonu -1

İkinci Dünya Savaş’ının bitiminin ardından Avrupa ülkeleri dünyanın her yerinden işçi almaya başlamıştı. Genç nesli ile Türkiye gözde ülkelerdendi o vakitler. Yaşı yirminin üstünde olanlar sıraya girdi. Sırası gelen, sağlıklı ve birazda şanslı olan düştü gavur ellerinin yollarına. O güne kadar kendi köyünün dışına çıkmamış bir avuç insan;  dilini, dinini, kültürünü bilmediği bu yaban ellerde […]

Yayınlama: 25.07.2018
A+
A-

İkinci Dünya Savaş’ının bitiminin ardından Avrupa ülkeleri dünyanın her yerinden işçi almaya başlamıştı. Genç nesli ile Türkiye gözde ülkelerdendi o vakitler. Yaşı yirminin üstünde olanlar sıraya girdi. Sırası gelen, sağlıklı ve birazda şanslı olan düştü gavur ellerinin yollarına.

O güne kadar kendi köyünün dışına çıkmamış bir avuç insan;  dilini, dinini, kültürünü bilmediği bu yaban ellerde iş- aş aramaya başladı. Bu giden ilk kafile genç kuşaktı. Haliyle kimi evliydi eşini bıraktı gitti, kimi ilk fırsatta izine geldi bir akrabası ile evlendi tekrar gitti.

Bu ilk evlilik süreci kendi seyrinde, kendi güncesinde acelece yapıldı ve tamamlandı. O tarihten sonra, gurbet ellerde doğan,büyüyen erkek ve kızlar evlenme çağına geldiğinde aileler arasında bir telaş başladı.

Gelin ya da damat kim olacaktı. Bu gavur ellerinden ne gelin alınırdı ne de adam gibi bir damat bulunup da kız verilirdi. Yine ne varsa memlekette vardı.

Takvim yaprakları hızla koparılıp bir kenara atılırken ve bununla birlikte Dünya hızla değişirken bizim gurbetçilerimiz bu değişime pek prim vermek istemiyordu. İlk fırsatta 4 bin -5 bin kilometre direksiyon sallayıp köye geliniyor, biraz güzel kıyafet, biraz para ve birazda araba show’u yapılıp tüm bunların toplamı olarak “adam olunmuş” bir şekilde gelirken eşe- dosta getirdikleri hediyelerden daha çok, kışlık yiyecek ve erzakla geri dönüyorlardı.

90’lı yıllara gelinmişti. Sokak başlarını tutan çalı üstü külle yıkanmış çamaşırların beyazı, her kara kış sonrası, süyükler’le başlayıp sonrasında yıkılan damların grisi, sarma tütün hatırası olarak hep aynı renkte duran bıyıklarda ki işkence moru, yasaklı, sakıncalı günlerin postal sarısı ve gözünü gurbete dikmiş gençlerin sokak başlarında çömelişinin esmerliği artık yeni kuşağın evlenme çağına geldiğinin işaretiydi.

Çocukları küçükken tüm ailecek gelinen bu tatil mahiyetindeki ziyaretler, yıllar geçtikçe kişi sayısında azalmalarla devam etti. Köyde hiç bir anı biriktirmemiş bu gençleri köye getirmek elbette zordu. Artık sadece evlenme çağına gelmiş ikinci kuşak gençler geliyordu kızlı- erkekli. Köyün en güzel kızlarını, erkeklerini “evlilik için” kurtarmaya!

Seçici kurulun ana kriteri, aynı çeşmeden su içmiş olup aynı havayı solumuş olmasıydı. Eh birazda akraba ise tadından yenmiyordu. Aşk, sevgi, yaşanmışlık, yaşayabilirlik uzak diyarların öksüz çocuklarıydı. Üstelik bu kavramların oluşması için öyle uzun zamanları da yoktu kimsenin. Nasıl olsa anlaşacaklardı sonunda. Kendileri bu yoldan geçmişlerdi fena mı olmuştu.

Köyden alınan gelin ya da damat “kurtarılıyordu” bir şekilde. Aileler de bu kurtarılma operasyonuna zaten karşı çıkabilecek durumda değildi.

“Gitsin kendini kurtarsın, bizim çektiklerimizi çekmesin” ana slogan olmuştu yıllar yılı.

Üç gün-üç gece kurulan bu “Zengin düğününün” ardından, gavur illerinin yolu tutulmaya başlanıyordu. Ama bir sorun vardı. Bu kadar sürede pasaport çıkarıp, vize almak zordu. Buna da çözümü, arabanın bagajında ya da uygun gizli bir yer ayarlayıp (arabanın büyüklüğüne göre) gizlice gümrüklerden bir şekilde geçirilerek bulunuyordu. Büyük olasılıkla rüşvette devreye giriyordu böyle durumlarda. Kimsenin günahını almak istemem tabi.

Bu “kurtarılma” dönemi benimde yaş itibarı ile tamda içinde olduğum bir dönemdi. Hayal gücümüzün sadece görebildiğimiz dağların bize bakan kısmı kadarken (Televizyon hala, bizim köye uğramamış pahalı ve ulaşılmaz bir dilekti) uzak diyarlara gitmek, güzel kıyafetlerle, güzel arabalarla dönmek tabi ki yılbaşlarında çekilen ve bize çıkma olasılığı milyonda bir ihtimalli piyango bileti gibiydi.

“Kurtarıcılar” gelmeden, biz gençler pay ederdik gelecek olanları aramızda. Tabi bilirdik öncelik kendi akrabalarında olduğunu. Ama yılmadan, kimle kendimizi kıyaslarsak kıyaslayalım hep içeri torpil yapardık. En yakışıklı bizdik, en çalışkan ve en efendi.

Kurtarılan da oldu, kurtarıldığını sanıp da sonradan yanıldığını anlayan da. Bu yanılsama elbette her yerde mümkün ama sanırım gavur memleketlerinde bunu tek rakamlı sayılarla çarpmak lazım gelecek. Çünkü, her toprak; en güzel kendi güneşinde, kendi meyvesini  besleyip büyütürmüş.

Bu durum bizim köyle sınırlı değildi tabi. Çevre köylerde o dönem yaşamış gençlerin, -sonu çok az mutlu biten- ortak hikayeleri bu.

Şimdi üçüncü kuşak büyüdü, evlenme çağına geldi. Tabi böyle bir evlilik maceraları olmayacak hiç birinin.

Hiç bir etki altında kalmadan sevdikleri ile evlenmek için “evet” diyecekler. Gençlerin bu mutlu günlerini tamamlayan “Evet” sözü anne- babanın göz kapaklarını ıslatırken, kimseye dinletemedikleri, her seferinde “Aman anne! O, sizin zamanınız da idi” cevaplarını  tekrar duyacaklar kendi yüreklerinde.

Olsun  kaçak gelin-kaçak damat maceralarını  dinleyecek bir torun doğacak elbet.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.